VIII. Nefs ve Nefes “Söz”

Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe

Nefs, bütün suretlerin maddesi yani dayanağı 1 ve bütün hakikatlerin zuhur yeridir. Çünkü hakikatlerin asılları nefste sâbittir ve bu asıl­ların dalları da yine nefste tomurcuklanıp filizlenir. Bu bakımdan da nef­se “Kitâb-ı Câmi’”2, “İsm-i -A’zam”3, “Arş-ı Muhît”4 unvanları veril­miştir.

Mümkünlerin zuhurunu bütün ayrıntılarıyla feyezan ettiren Allah işte bu “Arş-ı Muhît”te istiva yani zuhur etmiş ve aslında tek ve bir olan Rahmânî nefs de bu Arş ile bu Arşta sayısız surette çoğalmıştır.5 Yani hakikat; sırflılığı, saflılığı ve basîtliği üzere kaldığı yani bir suretle zuhur etmeyip sırf akıl olduğu farz olunduğunda hakikat tek bir hakikattir. Fakat Arş-ı Muhîtte suretlerle meydana çıktığında bu suretler bakımın­dan çoğalmış sayılır.6

Başka bir deyişle hakikat, lâhut makamından nâsût (cisimler âlemi) âlemine doğru tenezzül ile nefste zuhur etmekle nefs onun bir sureti olur ve nefsin tenezzül ve alçalışı kabule 7 olan zâti istidadı sebebiyle nefs o tek ve bir olan hakikati çok ve sayısız kılar. İşte bu sebepledir ki aded, filozoflarca “Hareket Edici Bir Akıl” sayılmıştır yani aklın tenezzül edip nefste zuhuru sebebi ile sayıya geldiğine işaret edilmiştir. Çünkü tenezzülâta ait hükümleri kabule zâtî istidadı 8 sebebi ile nefs onu aded yapmakla aded ile istidat kelimeleri arasında iştirâk bulunur.

Nâtık nefs, hakikatin çeşitli suretlerle kendisinde meydana çıktığını algılayıp kavradığında yani dışa ve zihne ait suretleri tamamen bilip algıladığında o suretlerin muhataplarına bildirme ve meydana çıkarma işini, harflere ait kesintilerle kesilmiş olan havâî nefesi ile îfâ etmiştir. Rahmânî olan nefs yani Allah’ın vücûdunun feyzi, çeşitli hakikatler suretlerinde nefste ve nefes ile zuhur ettiği gibi, insan nefsi de çeşitli kelimeler suretlerinde nefste ve nefes ile zuhur etmiştir.9 Kelimeler, güya ki ya asıl yani bizzat hakikatlerin sedası veya hakikatlerin suretlerinin aksi olup tecelliyâtın şiddetinden dolayı nâtık nefsten kendisine tam münasebeti bulunan havaya aksetmiştir.10 Çünkü nefsin, kendisine iliş­kisi bulunan hayvânî ruh ile hava arasındaki ayni cinstenlik bu müna­sebeti gerektirmiştir.11 Sonra, bu sedalar ve akislerin meydana çıktıkları yer de ve geri dönüp varacakları yer de nâtık nefstir. O hâlde her şey, nefsinde ve nefes ile meydana çıkar ve sonra yine nefse geri döner.

Başka bir deyişle, kâinâtta her şey ve her şeyin özü olan insan Allah’a geri dönücüdür ve insanın Allah’a geri dönmesi ile de iş tamam olur.12

Daha da başka bir deyişle “Söz”, bütün hakikatlerin merci’i olan nâtık nefsin özelliklerinin özelliğidir. Şu hâlde, diğer hakikatler gibi ke­limeler de yani “Kur’ân” da nefste ve nefes ile zuhur etmiştir ve güya kelimeler nefste zâhir olan bütün hakikatlerin sedasıdır. Hakikatlerin dışa ait suretleri kendilerinin gayba ait gizli sedaları ve onlara delâlet eden kelimeler de açık sedalarıdır. Yahut da o hakikatler aslî suretlerdir de o suretlere delâlet eden kelimeler de onların hava aynası üzerinde pa­rıldayan akisleridir. Bu akisleri gerektiren şey de fıtratı 13 bakımından, nefsin parlaklığının şiddetini ve bu parlaklık şiddetinin de nefsteki suret­lerin nefse münasip bir şeyde yani havada zuhurunu gerektirir. Nefs ile hava arasındaki münasebete gelince, yukarıda da değindiğimiz gibi, o da nefsin istiva yani zuhur yeri olan hayvânî ruh ile havanın ayni cinstenliğidir. Zira hayvânî ruh bir cevherden ibarettir.14 İşte bu münasebet, o sedaların nâtık nefsten hava aynasına in’ikâsını gerektirmiştir.

İşte, nefs hakkında buraya kadar yaptığımız açıklamaların dile getirilebilen özeti ve sonucu budur. Bu sonucu hakkıyla kavramak da ger­çek ilim sahibi olmakla mümkündür. Ancak, bu gerçek ilim ile birlikte ve yine bu gerçek ilmin yüzü suyu hürmetine, hayatımız boyunca vuku bulacak ilâhî nefhalara ve tecellîlere de tam bir kalb safiyeti üzere intizâr­da olmalıyız. Çünkü vakitlerin nice hassaları vardır ki onu ancak kâ­miller ve ârifler bilirler.