Allah, insan suretindeki varlığa kendi küllî ruhundan nefh etmiştir. Bu konuda şu âyete işaret edebiliriz: “Ben insana kendi ruhumdan nefh ettim” Bu sebeple Hakk, özlem sahibi olan kula değil ancak kulun aynında görünen kendi nefsine ve kul mazharında nefh edilmiş olan kendi ruhuna özlem duydu 2. Yine bundan ötürü, Hakk’ın özlem sahibi kula ölüm katında da özlem duyması yine kendi nefsine özlem duymasıdır. Bu da onun kâinât varlıklarına ait perdelerin kaldırılması katında, kulun mazharında küllî zuhur ile kendi zuhuruna özlemidir. Çünkü mükemmel bilgi ancak kulun mazharında mükemmel bir zuhur ile hâsıl olabilir 3. Buna da şu hadîs işaret olarak gösterilebilir: “Ben bir gizli hazine idim.”. Bu sözde muhabbet, bilgi ile ilgilidir. Hakk’ın muhabbet ve özlemi, kâmil olan kulda onun kendinin kemâl mertebede görünmesine ve göstermesinedir (zuhur ve izhar)4. İşte bundan ötürüdür ki Hakk, insanı kendi sureti üzere yani ulûhiyyete ait topluluk ve birlik sureti üzere yarattı. Bu konuda şu hadîse de işaret edebiliriz: “Allah insanı kendi sureti üzere yarattı.”5. İnsan, Hakk’ın ulûhiyyet mertebesinde görünen ilâhî ruhtan ve rahmânî nefsten o mertebenin topluluk ve birlik hassası ile nefh edilmiş olan küllî ruhundandır 6.
İnsanın meydana gelişi dört ana maddeye dayanır. Bu dört ana madde, insanın vücudu açısından “Ahlât” diye adlandırılmıştır ve bunlar olmadıkça organ teşekkül etmez. Bu “Ahlât” denen şeyler de “kan, safra, sevdâ’, balgam”dır. Bu ahlât, insanın cesedi dışında da esas unsurlar olarak adlandırılır. İnsanın nefsinden, onun bedeninde bulunan rutubet ile parlayıp tutuşma meydana gelmiştir. Yani tabiata ait “garîzî” hararet insan ruhundan tabiata ait rutubet ile tutuşup parlar; tabiata ait hararetin maddesi tabiata ait rutubettir. Kısaca ve topluca söylersek, hararetin vücûdu ve bekası rutubetin vücûdu ve bekasına bağlıdır; rutubet yok olursa hararet de yok olur 7.
Başka bir deyişle, bedenin hayatını meydana getiren insanın hayvânî ruhu, insanın unsurlara bağlı cismânî bir surette meydana çıkışından ötürü ateş olmuştur. Çünkü insanın cismânî meydana çıkışı dört unsuru kendinde toplamıştır. O meydana çıkışta zâhir olan insan ruhu yer, mahal gereğince zâhir olur yani tutuşup parlamayı gerektiren tabiata ait hararet hasebiyle ateş suretinde zâhir olur. İnsan ruhu bedende ateş suretinde zâhir olduğundan ötürü de Allah Musa’ya başka suretlerde değil, yalnız ateşte tecellî etti. Çünkü yukarıda da dediğimiz gibi, Musa’nın unsura ait meydana gelişi dört unsurun topluluğundan başka değildir 8. Musa’nın talep ettiği şey ateş olduğundan ve ateşin meydana gelişini de kendinde toplayıcı bulunup kendisinin meydana gelişinde ateş ve dolayısıyla celâl sıfatı galip olduğundan dolayıdır ki onun hâceti ona ateş suretinde tecellî edip hitap etmiştir. Eğer, insanın meydana çıkışı unsura ait bir meydana çıkış olmayıp nura ait tabii bir meydana çıkış olaydı insanın ruhu nur olurdu, ateş olmazdı. Fakat dediğimiz gibi, insanın ruhu yerine, mahalline göre zâhir olur 9. Allah insanı, bu ruhlu kılma işini, “Nefh” veyahut “Ruh”tan kinaye ederek gizledi, sözü kapalı söyledi. Allah’ın “Ben insana kendi ruhumdan nefh ettim” sözü ile işaret buyurduğu şey gerçekte insan ruhunun Rahmânî nefs olduğu, başka bir deyişle Rahmânî nefsin zuhur bakımından, insanda zâhir olduğudur. Çünkü insanın ayn’ı, başka bir deyişle dışa ait vücûdu, ilâhî bir nefha olan bu nefs ile zâhir olmuştur. İnsan cesedinin maddesi olan ona bu nefh edilmiş olan şeyin istidadı sebebiyle de insanın meydana gelişinde tutuşup parlayan nur olmayıp ateş oldu. Çünkü nefh edilmiş olan unsura ait madde ruhu kabule müstaidd olduğundan onda tutuşup parlama nura ait olmaz, ateşe ait olur. Zira bu, unsura ait bir meydana çıkıştır, nura ait tabii bir meydana çıkış değildir 10.
İnsanın, sebebi ile insan olduğu yerde veya şeyde Hakk’ın nefsi bâtın olmuştur. Daha açık bir deyişle Rahmânî nefs, hayvânî ruhta bâtın olmuş ve insan zâhir olmuştur 11.
Âdem zâhir olduktan sonra Allah, Âdem için kendi sureti üzere diğer bir şahsı özletti ve ona “Kadın” adını verdi. Yani Âdem’in sureti üzere “Havvâ” zuhura geldi. Hakk’ın sureti üzere zâhir olan insan yani Âdem, kadını da kendi sureti üzere zâhir olmuş görünce derhâl kadına özlem duydu. Âdem’in Havvâ’ya özlem duyması bir şeyin kendi nefsine özlem duymasından başka değildir. İkinci mertebede kadın suretinde meydana çıkıp görünen de Âdem’in kendi nefsi olmakla, bir şeyin kendi vatanını ve aslını özlemesi gibi, Havvâ da Âdem’e özlem duymuştur. Zira kadın, Âdem’den meydana gelmiştir 12.
Ulûhiyyet, isimlere ait ilâhî suretleri kendinde topladığı gibi Âdem de insan nev’i suretlerini kendinde toplamıştır ve Âdem’e ait suret o ilâhî suretten çıkıp ayrılmadır. İşte, Âdem’den Havvâ’nın zuhuru ve özlemi de tıpkı böyledir 13. Bir toplam olan insana ait surete, Hakk’la insan arasında ilişki yönünden her şeyden uludur, mükemmeldir ve şereflidir. Çünkü insan sureti ezelî olan bütün ilâhî suretlerle birlikte imkâna ait varlık suretlerini de kendinde toplamıştır 14.
İnsan sureti çifttir. Yani insan sureti, Hakk’ın vücûdu insan suretinde zuhur etmekle, Hakk’ın vücûduna zorla sahip çıkmıştır. İşte bunun gibi, kadın da zâhir olan vücûdu ile erkeğe zorla sahip çıkmış ve erkek tek iken kadın onu çift yapmıştır. Yani erkeğin vücûdu, erkeklik mertebesinde görünmüşken, ikinci görünüş olan kadının vücûdunda görünmesi sebebi ile erkek ikileşti 15. Tıpkı bunun gibi, Hakk için zorla sahip olma da insana ait vücûd ile zâhir oldu. Bundan da “Hakk, Erkek, Kadın” üçlüsü (teslîs) zâhir oldu ve bu üçlülükle de teklilik (Ferdlilik) zâhir oldu. Erkek Hakk sureti üzere, kadın da erkek sureti üzere zâhir oldu ve bir şeyin kendi nefsine şevk ve özlem duyması gibi Hakk erkeğe ve erkekte kadına şevk ve özlem duydu. Hakk erkek suretinde, erkek de kadın suretinde zâhir olduğu bakımından da Hakk üçüncü mertebede, kadın suretinde zâhir olmuş olur 16.
İnsanın meydana çıkışındaki bu tekliliğin bir benzeri de “Ruh, Kalb, Nefs”tir veyahut “Hakk, Ruh ve Ceset”tir ki ruh Hakk sureti, ceset de ruh sureti üzeredir ve ruh tek iken cesede ait suret ona zorla sahip çıkıp onu ikileştirmiştir. Erkek Rabbine özlem duydu çünkü Rab onun aslıdır. Kadın, erkeğe özlem duydu çünkü erkek onun aslıdır. Erkeğin Hakk’a ve kadının erkeğe özlem duyması da bir şeyin kendi aslına ve vatanına özlem duyması gibidir 17.
Vuslatın ululuğundan ötürü vuslat deminde şehvet erkeğin bütün organlarına yayılıp vücudunun bütün zerrelerine sirayet eder ve erkek bütün zerreleriyle şehvet hâleti içinde yok olur. Vuslattan sonra “Gusl” ile emr olunmaklığın sebebi de şehvetin, insanın bütün vücudunu kaplamış olmasıdır. Bundan ötürü de temizlik erkeğin bütün zerrelerine şamil oldu. Kadına gelince, şehvet hâletinde kadın da bütünlüğü ile kendinden geçip yok olmaktadır. Şehvet hâlinde erkek ve kadının birbirlerinde bütünlüğü ile yok olmalarından ötürü de vücutlarındaki bütün zerreler Hakk ile ilişkilerini kesmiş oluyor. Unsur bakımından meydana çıkış suretinde en büyük vuslat ve kaide, şehvetin husûlü zamanında erkeğin kadında yok olup gitmesidir 18.
Allah, kulu üzere gayrilik göstericidir. Bundan ötürü de kul, o Hakk’ın gayri ile lezzetlendiğine inanır yani kadın Hakk’ın gayri olduğu hâlde kul onunla lezzetlendiğini sanır. İşte böyle bir inançtan ötürü Hakk, kul üzerine gayrilik göstericidir. Yine bundan ötürü Hakk kulunu geri dönsün diye yani Allah’tan gayri şeylerden (Masivâ) geri dönsün ve geri döndüğüne inansın ve bu inancı ile de Hakk’ta karar kılsın diye kulunu “Gusl” ile temizledi 19.
Şehvet hâlinde erkekte fânî olan kadın da erkekte Hakk’a geri dönmeli ve onda Hakk’a nâzır olup fânî olmalı, yok olmalıdır. Nasıl ki erkek için de bu böyle idi 20.
Allah’ın kulunu, gayr ile lezzetlenmek inancı yönünden gusl ile temizlemesinin maddisi ve şer’îsi, harekete gelmiş olan bütün organların su ile temizlenmesi; manevisi de vuslat esnasında, şehvet müddetince kul, Hakk’ı unutmuş olduğundan dolayı temizlenme inancı ile kulun yine derhâl Hakk’a geri dönmesi lüzumundan ötürüdür. Cenâbetlik ma’nâ açısından câhilliktir. Câhillikten Hakk yoluna, hidayete erişmek ise hakikat suyu ile yıkanıp temizlenmek demektir. Bu konuda şu âyete “Cünüb iseniz temizleniniz” ve şu hadîse:”Evimi temizle!” işaret edebiliriz ki bunların gerçek anlamları kalbleri temizlemek yani Allah’tan başka bütün şeylerden kalbi boşaltmaktır.21 Gerçekten haberi olmayan i’tikad sahipleri kadını Hakk’tan ayırıp gayr yaparlar ve böyle inanırlar. Fakat bütün suretlerde yalnız ve yalnız Hakk’ı gören gerçek görücüler yani ârifler Hakk’ı o en mükemmel suretiyle, kadında da görebilirler. Zira kadın erkek sureti üzere meydana çıkmıştır. Ârifler, erkeğe nisbetle Hakk’ın aktifliğini ve kadın suretine nisbetle de onun pasifliğini görürler. Çünkü işin aslı, isteyerek ve istemeyerek, Hakk’a geri dönmekten başka değildir.22 Erkeğin, dünyaya ait varlığında ve hayatında, kadın mazharında Hakk’a geri dönüp Hakk’ı onda görmesi onun için zorunludur.
Erkeğin Hakk’ı, özellikle vuslat hâlinde etkilenme sureti üzere zâhir olduğu kadında müşâhede etmesi erkeğin yine Hakk’tan bir vasıta olan Kadın vasıtası ile yine Hakk’tan etkilenmiş olması ve dolayısıyla Hakk’ı etkilenme suretinde zuhuru bakımından müşâhede etmesi demek olur. Zira kadın pasiflik yeridir (Mahal). Kadın da erkeğin sureti üzere olmakla, erkeğin kadında zâhir olması bakımından olan görüş de Hakk’ı aktiflik bakımından görmektir ve erkeğin Hakk’ı görüşü bu suretle ancak kadında ve kadınla en tam ve en mükemmel şeklini bulur.23
Hakk yalnız etkileyen veya yalnız etkilenen olmayıp hem etkileyen hem de etkilenen olduğu haysiyetle erkekte aktif olduğu halde zâhirdir ve kadın hiç bir vasıta olmaksızın erkekten ve vasıta ile de Hakk’tan etkilenmiş olduğu haysiyetle ve Hakk kadında etkilenme sıfatı ile zâhir olduğu i’tibâr ile de Hakk kadında etkilenme haysiyeti ile görülür. İşte bu çifte görüş özellikle aktiflik veya özellikle pasiflik üzere olan görüşten daha tam ve daha mükemmeldir.24 Kısaca, her türlü beşerî sevgi ilâhî sevgiye dayandırılmalıdır.