Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe

“Tasavvuf Felsefesi” veya “Gerçek Felsefe” adını verdiği­miz bu kitabımızda Hasan Basri, Zünnûn-u Mısrî, Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Gazalî gibi belli başlı Mutasavvıf düşünürle­rin belli başlı fikirleri ve özellikle İbn Arabî’nin “Fusus al-Hikem, Fütuhât al-Mekkiyye…, Kitab- al-Ahâdiyye, Kitab Celâl v’al-Cemâl, Kitab Tecelliyât, Mefâtih al-Gayb, Tenezzülât al-Mûsıliyye, Tedbîrât al- İlâhiyye…” gibi kitap ve risaleleri ve Bursalı İsmail Hakkı’nın yine İbn Arabi’den yaptığı bir derleme olan “Lübb’ül-Lüb ve Sırr’us-Sır”ı; T.Ataullah-ı İskenderânî’nin “El-Hikmem’ül-Atâiyye”si ve bunun Kas­tamonulu Ahmet Mâhir tarafından yapılmış tercüme ve şerhi olan “El- Muhkem fi Şerh’il-Hikem”i; Şeyh’ül-İslâm Musa Kâzım Efendinin Cemâleddin Nuri’nin “Vahdet-i Vücûd” ve Bedreddîn-i Sîmavnevî’nin “Vâridât” adlı risalelerine ait tercüme ve şerhleri ile kendisine ait “Külliyyât”ı; ve bizim de Tasavvufi eserlerimiz ve incelemelerimiz ile İslâm Tasavvuf felsefesi başta olmak üzere her çeşit felsefi, dinî ve mistik gerçeklerden; felsefe ile yakın ilişkisi bulunan maddi ve manevi ilimle­rin müspet verilerinden ve özellikle, kendi dinimiz yönünden de Kur’ân ve Hadîs bildirilerinden işlediğimiz konularla kendi felsefi görüşümüze göre bir sentez yaptık ve ayrıca İslâm düşüncesinin karakteristiği olan “Ân-ı Dâim” nazariyesine karşı da, daha Doçentlik Tezimizde işaret ettiğimiz ve “Ân-ı Muhayyel” diye adlandırdığımız, kendimize mahsus bir görüşü ortaya attık.

Tek bir varlığı, tek bir hakikati ispat ve savunmadan ibaret olan ve özel karakteri dolayısıyla “Gerçek Felsefe” adını da verdiğimiz bizim bu felsefemiz, içerdiği konular bakımından genel felsefenin anahtarı ve kalbi gibidir. Çünkü bunun dışında kalmış bir bilgi yok gibidir. Bu sebeple, garp felsefesini hakkıyla tahsîl edenler bile bizim bu felse­femize muhtaçtır.

Bir icmâl olan bizim bu Tasavvuf veya Gerçek Felsefemizi anla­mak ve kavramak için ilmin, felsefenin ve hikmetin belli başlı dalları da iyice bilinmek gerekir.

Felsefe yani hakikat, aslında birdir ve hiç bir suretle değişmez. Değişiklik, ancak bu aslın parçaları ve dalları için söz konusu olabilir. Çünkü asıl olan şuûrdur ve felsefenin, hakikatin değişebilmesi için de asıl olan şuûrun değişmesi lâzımdır. Buna da hiç bir suretle imkân yok­tur. Zira şuûr birdir.

Asıl olan birliktir. İlk hakikat fikrinin yani felsefenin zuhurundan beri birlik fikri değişmemiştir. Çünkü birlikten başka yoktur. Birliği düşünen ve bilen de kendisidir ve çünkü başka vücûd yoktur. Düşünce­nin çeşitliliği, insanların kendi aralarındaki nisbetten ibarettir.

“Tasavvuf Felsefesi” veya “Gerçek Felsefe” adını verdiğimiz bizim bu felsefemiz, “Tarikat”lar tarafından benimsenmiş olan ve bütünlüğü ile sırf Kur’ân’a ve bazı Hadîslere dayanan felsefi görüşleri de içerdiğin­den, “Vahdet-i Vücûd” görüşünü özellikle temsîl eden Melâmîlik ve Bektâşilik gibi belli başlı Tarikatlar da bu kitabımıza ek olarak ayrıca işlenecektir.

Kısaca şarkı garbı, ma’nâyı maddeyi içeren bu felsefemizi Tasavvufi Felsefi terimlerin ve dilin müsaadesi nisbetinde sade bir tarzda ifâde etmekle beraber felsefi kültürün daha ilk basamaklarında bulunan öğrencilerimize bu yolda gerçekten faydalı olabilmek amacı ile konuları gerektiği şekilde ek notlarla açıklamayı da zorunlu gördük.

Bununla beraber, gerçeği satırlarda değil de satırlar arasında, yani kelimelerde değil de anlamlarda aramak, gerçeğe daha uygun bir hare­ket olmakla, öğrencilerimizin ve okuyucularımızın da bu bilgi ve sezgi yolu ile gittikçe kemâle ererek en mükemmel mertebeye de ulaşmaları, yani hakikat kitabının kendisi olmaları da candan dileğimizdir. Allah da Hakk yolunda olanları hidayete erdiricidir.

Bizim bu nâçiz eserimiz o büyük ilâhî hidayeti sağlayabilirse, Hakk yolunda bizim de adımız dillerde, yâdımız gönüllerde, Allah’ın rızası ve muhabbeti de dünya ve âhirette üzerimizde olsun, Âmîn!