Nefs ve Nefes Ek Notları
1- Çünkü bütün suretler nefsten çıkmıştır.
2- Nefs, her şeyi kendinde topladığı için bir kitaptır. Kitaptan maksat da mevcûdâttaki suretlerdir. Her suret, bir harftir, yazıdır. Bu suretle bütün kâinât bir kitap sayılır.
3- Her şeyin bir ismi vardır. Varlıktaki bütün isimleri toplarsak hepsi birden bir isim olur, nefs olur ki nefs bütün varlığı ihata etmiştir. Nefs, bu ihatası dolayısıyla da İsm-i A’zam olur.
4- Nefsin Arş-ı Muhît olması da bütün maddiyatı ihata etmiş olması dolayısıyladır.
Ve bu nefs de insandadır, taşta toprakta değildir. İşte, İnsanın kâinâtı muhît olması da, Câmi’ olması da budur. Rahmânî nefs insandadır.
5- Çünkü farka geldikte her sıfat birbirine vura vura birçok sıfatlar, şekiller, renkler meydana gelir.
6- Akıl, hakikatten gelmiştir. Fakat nefse nüzûl ettiği için kayıtlanmıştır. Suretleri yapan, adedlenmeyi gören akıldır. Zâten dışı yani maddeyi elbette yine bir madde ile idrâk etmek gerekir ki o da beynimizdir. İşte, ne vakit ki akıl beyne yani maddeye tenezzül eder, pek tabiidir ki o maddeye göre diğer maddeler de birer suret olmuş olur ve bu suretle de adedlenme hâsıl olur. Vücudumuz yok olduktan sonra akıl, suretten kurtulup yine aslına, külle varır. Zâten her zaman ve her yerde hazırdır ve her şeyi kaplamıştır.
7- Tenezzül ve alçalış zuhur bakımındandır.
8- İstidadın lûgat ma’nâsı aded olduğu gibi felsefi ma’nâsı da her şeyi adedlendirme, çoğaltma demektir.
9- Nefs ve nefes ayni şey olmakla beraber suretleri dolayısıyla başkalık gösterirler. Nefs, havayı harekete getirerek nefesi vücûda getirir ve nefesin vücûda gelmesiyle de hakikat meydana çıkar. Gaybî’nin şu sözleri ne kadar güzeldir:
Bu âlem bir ağaçtır Meyvesi olmuş Âdem
Matlup olan meyvedir Sanma ki ağaç ola.
Bu âdem meyvesinin Çekirdeği sözüdür
Sözsüz bu âlem Âdem Bir ânda târac ola.
İşte, her sözün bir hakikati vardır dediklerinin gerçek anlamı da budur yani her söz ayni hakikatten çıkmıştır ve ayni hakikati ifâde eder. Yalnız suretler bakımından başkalık vardır ki bu yüzden sözler de çeşitli olur.
Nefes sözü, enfüsî olması yani kendinde, vücutta olması bakımından bu adı almıştır. Bu sebeple insanın dışında olan, yani afâkta olan nefese de “Hava” denir.
İnsan olmasa ne bir şey meydana gelebilir ne de tafsîle gelebilir. Ezel-i âzâl, yani asıl insandadır ve insanda olması dolayısıyla da bu âlem mevcuttur. Âlemin meydana gelişi de tafsîldir ki bu da onun sözüdür, sözsüz hiç bir şey mevcut olamaz. Yine Gaybî şöyle demektedir:
Sözün meâli kişi Nefsini bilmek dürür
Kişi nefsin bilene Hakikat mi’râc ola.
Hakikat kelimesi, “doğru” anlamına değildir; bir şeyin “Aslı” anlamınadır. İşte, sen aslını bulmaya çalışırsan hakikati bulmuş olacaksın, nefsini bilmiş olacaksın ki bu da senin “Mi’râc”ın olacaktır. Mi’râc, bilgi iledir. Hz. Muhammed de bilgisi ile bütün varlığın kendi nefsi olduğunu düşünerek hakikate varmış ve bu suretle de Mi’râc yapmıştır.
Burada şu beyite de işaret edelim:
Şeş cihet anlamayan ye’s ile mâtemde durur
Yürü ey Zülf-ü siyah noktadan aldım haberi
Şeş cihet, yani taraf zâten yoktur. Tarafların olması maddenin mevcudiyeti iledir, suretlerin nisbetleri iledir. O suretler ve nisbetler zâten hayâl olduğundan onlar aslen yokturlar. Şu hâlde, geri kalan yalnız bir noktadır.
İşte, o nokta yani altı tarafa sahip bulunan gerçek varlık sensin. Şu hâlde, yalnız sen varsın. Maddeler, şekiller, zaman ve mekân gibi şeyler hep fânîdir. Esas olan, var olan hakikattir; o hiç mahvolmaz. Çünkü esas varlık odur, mevcudiyet odur. Suretlerde görünen varlık ve yokluk ise devir için, sevgi içindir.
10- Aks kelimesi, “Yanlış” anlamına değildir. Aks, bir şeyin diğer bir şeyde olan suretidir demek, bir şey diğer bir şeyde başkalaşmaktadır. Buna da sebep suretlerdir. Eğer sadece bir tek suret olsa da, suretler olmasa o zaman da tek bir seda çıkar ve dolayısıyla varlık olmaz. Şu halde ayni hakikate ait olan her suretten başka başka birer ses çıkması gerekir ki bunun da sebebi aşktır.
11- Nâtık nefsin havaya olan münasebeti hayvânî ruh iledir. Hayvânî ruh olmazsa nâtık nefs de olmaz.
Hayvânî ruh kimyevi maddelerden teşekkül etmiş bir nevi esirdir, bir çeşit gazdır. Bu gaz da her canlıda kendi hararet derecesine ve kimyevi maddesine göre meydana gelen buharların hepsinin özetidir ve hayvânî ruh diye adlanır.
Sultânî Ruh ise sırf şuûrdur. Ona Rahmânî nefs de derler. Sultânî Ruh, düşünür ve icra eder. Onun icra aleti de her şeyden önce hayvânî ruhtur. Hayvânî ruhun hava ile ilgisi de şudur ki vücuttaki maddeler havanın etkisi ile ihtirâk eder ve ihtirâk neticesi meydana gelen buhara da hayvânî ruh denir yani hayvânî ruh o ihtirâkın sonucudur.
12- İşte, Gaybî’nin:
“Kişi nefsin bilene
Rübûbiyet tâç ola” dediği budur.
13- Fıtrat, maddeye göredir. Madde de her an değişmekte olduğundan o değişmeye göre o ândaki ahenk, o şeyin o ândaki yeni fıtratı olmuş olur ve o şey ileride daha başka fıtratlar da gösterebilir.
Fakat bu cüz’î fıtratlardan başka bir de külle ait fıtrat vardır ki o hiç bir zaman değişmez, olduğu gibi kalır ki cüz’ler bu küllden çıkar. Mutlak vücûdun başka türlüsü yoktur ki fıtratı da değişik olsun. Küll külldür ve fıtratı da birdir.
Başka bir deyişle, asıl olan nur değişmez fakat ondan çıkan dört unsur başka başkadır ve bunların birbirine karışmalarından da başka başka varlıklar, başka başka fıtratlar meydana gelir. Nuru kendinden başka bir şeyle karıştıramayız ki fıtratı da değişsin. Sade su, sade toprak, sade hava hiç bir zaman değişmez ve bozulmaz, Fakat bunların birbirine karışmalarından meydana çıkan çokluk ve suretler değişir dolayısıyla fıtratları da değişir.
14- Her surette bir cevher var dediğimizde her suretin bir özü, bir hulâsası var demek istiyoruz. Meselâ erkeğin hulâsası “Meni”, kadının da “Yumurtalıkları”dır.