Bektaşilikte Belli Başlı Merasimler

Melamilik ve Bektaşilik

BEKTAŞÎLİK

II. Bektaşîlikte Belli Başlı Merasimler

Velâyetin başı ve Hilâfetin sonu Hz. Alî’de toplandığından Alî, “Tarikat” 1 silsilesinin de başıdır ve tarikat sırları da kendilerinden evlâtlarına, onlardan da diğer bütün tarikat ulularına ulaşmıştır ki hepsi birdir ve haktır ve tek bir nurdur. Tarikatın birçok şubelere ayrılması, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vahdet bakımından olma­yıp sadece tarikat ulularına olan nisbet ve tevhîd mertebeleri bakımın­dandır. Bununla beraber bütün nisbetler ve tevhîd mertebeleri de yine Hz. Alî’de son bulur.

Tevhîd mertebeleri teslîs üzere üçtür:

  • Telkin.
  • Hırka giyinmek 2.
  • El almak.

İlk iki husus Hz. Muhammed’den Hz. Alî’ye ve ondan da sırasıyla tarikat ulularına ulaşmış olup “El Almak” hususu da kâmil bir mürşid vasıtasıyla tevhîd sırrının acîb nüktelerine vâkıf olmaktan ibarettir ki bunun yolu da kâmil bir mürşidin fi’len sohbetinde ve hizmetinde bulunmaktır 3 ve dolayısıyla bu da yine Hz. Alî’ye ve Hz. Muhammed’e dayanır. Bununla beraber bir ulunun ruhaniyetine sığınmak suretiyle el almak ta mümkündür ve vâkîdir.

Tevhîd mertebesi ikrâr ve sülûk mertebesidir. Bu mertebede sâlik, Şeriat kapısından “Tarikat” a girmiş olur.

Giyinim “İlbas-ı Hırka” mertebesinde sâlik, ma’rifet elbiselerini giyinmiş olur.

El alma mertebesinde de sâlik “Ahadiyette Fânî” olmuş olur ki en yüksek ma’nevî mertebe budur.

Kısaca, Bektaşîlik ve özellikle (Babagân Bektaşîliği) Hz. Alî’nin tafdîliyetinden, Hz. Alî’nin ulûhiyyetinden ve en nihayet Nefs’in ulûhiyyetinden ibarettir.

Şimdi burada, Bektaşî Felsefesini gerektiği şekilde anlayabilmek için Bektaşîliğin pratik yönüne, merasimlerine de kısaca işaret edelim.

Bektaşîlerin, mezhepleri gereği, büyük küçük birçok merasimleri vardır ki bunlar özellikle “Âyîn” kelimesi altında toplanır. Bektaşîlikte belli başlı on iki Âyîn vardır ve bu Âyînler “On iki imam” Postuna 4 uydurulmuştur.

Bu on iki Âyîn, üçer üçer olmak üzere dört kısma ayrılmıştır. Bu ayırımın esası da dört mevsimdir daha doğrusu eskiden kalma dört mevsim bayramıdır.

On iki âyînin ilk altısı “Bahçeden Gül Koklamak” da denilen ‘İk­rar Âyînleri’dir 5.

Bu altı âyîn İslâmlığın abdest, namaz, kurban, tekfîn gibi esas­larını teşkil eder. Bu Âyînler, namzetleri bir çeşit alıştırma olup bunlar­da özellikle içki içilir, Gülbank okunur ve daima sembollerle maksadın açıklanmasına çalışılır.

On iki Âyînin ikinci altısı da “Bahçeden Gül Koparmak” da de­nilen “Vusûl Âyînleri”dir 6.

Tam bir Bektaşî sayılabilmek için bu Âyînlerin hepsine katılmak zorunludur.

Biz bu konuda sadece “Âyîn-i Cem’e 7 girme Usûlü” ile “Ta­rikata Girme Usûlü”nden söz edeceğiz.

Âyîn-i Cem’e Girme Usûlü

Âyîn-i Cem’, Bektaşîlerin en büyük Âyînidir. Zira bu Âyîn bütün şekilleri ile Bektaşî i’tikadının canlı bir timsâlidir. Âyîn-i Cem’ ayni zamanda “Usûl Âyînleri”nin de sonudur. Bu Âyîn kışın en uzun ge­cesinde yani Aralık’ın yirmi birinci gecesinde yapılır ve bu Âyîne bü­tün Bektaşîler katılır ve katılmak zorundadır.

Âyîn-i Cem’ özellikle, Haşr ve Neşr’den sonra insânın Allah’a kavuşmasını ve bütün benliklerin ortadan kaldırılmasını sembolize eder. Âyîn-i Cem’, bu bakımdan da özellikle “Şamanizm”i aks ettirir.

Bu Âyîn; dünyanın yaratılacağı, kıyametin kopacağı, İsrafil’in surunu öttüreceği, ölülerin mezarlarından kalkacağı, meydan kuru­lacağı ve gerçek insânların sırat köprüsünü geçip cennete, diğerlerinin de cehenneme gireceği ve en nihayet ebedî yaşama sırrına kavuşulacak olan bir âyîndir. Bu sebeple de bu âyînde başta Allah olmak üzere Âdem, Havva, Şeytan, Melâike-i Mukarrebîn (Cebrail, Mikâil, İs­rafil, Azrail), Meryem, Îsâ, Muhammed, Alî, Fatıma, Hasan, Hüseyn, Nuh, Yunus, İbrahim, İsmail, Musa, Firavn, Hacı Bektaş, Balım Sul­tan ve Hakk Eren’den ve daha bazı şahsiyetlerden mürekkeb kırk kişi­lik bir inançlar tarihi kafilesi yer almakta ve bu kafile kırk seçme kişi tarafından temsil edilmektedir. Yine bu sebeple bu Âyîn Babaların en salâhiyetlileri tarafından idare edilmektedir.

Kısaca, Âyîn-i Cem’ insânın, Allah’ın kendisinde tam tecellî et­tiği tek varlık ve bütün insânlığın da bir varlık olduğunun temsilinden ibarettir.

Âyînde bu kırk kişiyi temsil edenlerin temsil görevlerini gerektiği şekilde yapabilmeleri onların gerçekten bilgili, zarif ve nüktedan ol­maları ile mümkündür. Bundan ötürü, yıllarca ayni görevi yapanlar vardır ve onlar Tekke’nin Ermişleri sayılırlar. İşte Bektaşî hazır­cevaplığının esası da bu görevleri yapanların nüktelerinden ibarettir ve gerçekle bâtılın çarpışmasını sembolize eden bu nükteler asırlar boyunca inceden inceye işlenmiştir.

Bektaşî âyînleri Âyîn odasında usûl ve erkânına göre 8 yapılır ve çoğunlukla gece yapılır. Âyîn odası kapısına veya Ma’bed kapısına şark’tan girilir ve odanın diğer üç yönü buna göre adlanır.

Genellikle “Kapı”: Zâhir ve bâtın ilme, Kapının “İki Kanadı”: Hasan ve Hüseyn’e, Kapının “Eşik”i 9 de: Tarikatın birinci basamağına işarettir.

Ma’bedin ortası “Erenler Meydanı” veya “Kırklar Meydanı”dır. Meydanın tam ortası da “Dâr”dır 10.

Dâr da her maksuda ulaştıran Sırât-ı Müstakîm, Celâl ve Cemâl meydanı, Tevellâ ve Teberrâ 12 mahâlli i’tibar edilir.

Ma’bedde on iki imamı 10 temsilen on iki “Post” vardır ve genellik­le her post için de birer Çarağ vardır. Ancak, bu gecenin özelliği dolayısıyla hem Babaların görevleri hem postların adları değişiktir. Postlar­da oturan şahısların yaşları da temsil ettikleri şahsiyetlerin yaşları ile mütenasiptir. Meselâ, Muhammed Postunda kâmil ve yaşı kırk biri geçmiş bir şahıs oturur. Alî postunda yirmi bir yaşını geçmiş ve pek güzel yüzlü bir delikanlı oturur. Hasan ve Hüseyn postlarında yaşları yirmiden aşağı olan iki oğlan oturur. Diğer postlar ise 40-45 yaş arasın­daki şahıslara verilmiştir.

Bu Âyîn yukarıda açıkladığımız üzere, usûlen gece yapıldığından bu âyîne girme usûlünden önce Ma’bedi aydınlatmakla ilgili olan “Çırağ”dan ve “Çırağları Uyandırma” usûlünden söz edelim.

Çırağ nedir?

Bektaşîlikte “Çırağ” yani kandil veya mum “yani ışık vasıtası” ışık ve nur anlamınadır ve şu âyete dayandırılır: “Biz seni Allah yo­luna ışık saçıcı bir güneş olarak gönderdik.”13

Bektaşîlikte çırağın esaslı bir rolü ve önemi vardır. Zira çırağ insânı karanlıklardan kurtaran ve gideceği yolu aydınlatan ışıktır, nurdur. Bu sebebledir ki Peygamberimiz de çırağa teşbih edilmiştir. Çünkü Peygamber gelmiş olmasaydı mevcûdâdın hepsi yokluk (Adem) karanlığında kalır ve vücûd nuruna yol bulamaz ve ilâhî feyz yoluyla ayâna gelemezdi. Zira kudsî hadîste bildirildiğine göre Allah Peygamberimiz için şöyle demiştir: “Eğer sen, sen olmasaydın ben felekleri yaratmazdım”.

Bundan ötürü de Âyîn odasında “Eşik”in tam karşısında üç basamaklı ve genellikle on iki çırağı hâvî bir çırağlık vardır ki buna “Taht-ı Muhammedî” veya sadece “Çırağlık” derler.

Bu on iki çırağ arasında veya önünde büyük bir çırağ daha var­dır ki bunun başı “Bektaşî Tâcı” şeklindedir altı da dört bölüm olup dört kapıya 14 işarettir. Yukarısı da on iki imama işaretle on iki dilim­lidir ve bu on iki dilimin tam ortasında da bir düğme vardır ki bu düğ­me bizzat “Hakikat”e yani Muhammed ve Alî’nin “Birlik”ine işarettir.

Bu büyük çırağ, üç fitilli bir zeytinyağı kandilinden ibaret olup fitillerin biri Allah’ı, biri Muhammed’i, üçüncüsü de Alî’yi temsil eder ve bütünlüğü ile çırağ bu üçünün birliğine işaret eder. Bu çırağ Pîr postunun yanında bulunur ve “Horasan Çırağı” adını alır ki Hacı Bektaş’ın yol ve erkânının nuru sayılır. Bundan ötürü de bütün çırağ­lardan önce bu çırağ uyandırılır ve diğer çırağlar da bundan uyandırı­lır ve böyle yapmakla da ilâhî hakikate ancak Hacı Bektaş’ın nuru irşâdı ile varılabileceği anlatılmak istenir. Bazen de bu çırağ yerine odanın tam karşı ucunda “Sirâc-ı Münîr” denen ve Hz. Alî’ye işaret eden tek ve pek parlak bir çırağ bulunur.

Horasan çırağına, bu büyük çırağa Muhammed ve Alî nurunu temsil eden “Kanun Çırağı” da denir ve bütün âlemleri temsil eden Âyîn “Meydan”ını bu Muhammed Alî nuru aydınlatır. Bu şu demektir: Âlemlerin başlangıcında Muhammed Alî’den, onların nurundan başka bir şey yoktur ve ikisinin vahdeti de “Ulûhiyyet Makamı”dır. Bu ulûhiyyet makamının birliğinde “Ahadiyet”, ayrılığında da “Vâhidiyyet” tecellî etmiştir. “Vâhidiyyet”, “Ahadiyet”in tecellîsi olup mebde’ olan “Amâ”dan yani “Gaybların Gaybı”ndan, “Lâhût Âlemi”nden zuhur­dur.

Mumların bir delil, “bir mum parçası” ile “Kanun Çırağı”ndan uyandırılması ile Allah, Muhammed, Alî de ayrılmış olur ve bunların her birinin ayrı nuru, ayrı zuhuru olmuş olur. Bu suretle de Muhammed’in tahtı kurulmuş ve “vücûb” ve “imkân” âlemini yani meydanını büyük nur kaplamış ve bu büyük nurun lem’aları, parçaları olan küçük nurlar da zâhir olmuştur. Yani on iki imam çırağları da uyan­mış ve “Ferdaniyet” meydana gelmiş ve Muhammed Alî’nin nurunun nurları ile meydandaki (Âlemdeki) her şey de zâhir olmuştur. Bütün bunlar ezelî zuhurun bir timsâlidir. Yani ilk önce Muhammed’in nu­ru zuhur etmiş ve bütün varlıklar da o nurdan hâsıl olmuştur ve o nu­run parçaları olan nurlar ile zuhura gelmiştir. Her zuhur için bir mazhar zorunlu olduğundan meydandaki postlar, çırağlar, makamlar… da zuhurun birer mazharıdır. Hakk’ın tam mazharı ise “Âdem”dir. İşte, Tâlib olan kişi Âdem’de tecellî eden hakikati bilirse ve görürse Allah’ı da bu suretle bilmiş ve görmüş olur.

Her zât, sıfatları ile zâhir olduğundan bâtında iken yani görün­mez iken bir küllî ilim, bir mutlak vücut olan Allah, zuhuru ile bir mut­lak mevcûd olmuş olur. Böyle bir mutlak vücûd ve mevcûdun tam mazharı da o ezelî nurun tam ma’kesi ve mazharı olan “Âdem”dir.

Burada yine işaret edelim ki Âdem’e secdeden maksat onun sıfatlarına değil, fakat zâtına yani küllî ruha secdedir.

İşte, asılda Türk görüş ve düşünüşünün timsâli olan Bektaşîliğin yolu budur.

Bu konuda “Gencî” şöyle demektedir:
Neydüğün zâtim sıfatım sırra agâh olmuşem
Nev tulu’etmiş hakikat şehrine mâh olmuşem
Men ziyaretgâh-ı aşkım, gel meni eyle tavaf
Şöyle bir nur-ı muazzam hass-ı dergâh olmuşem
Lezzetin, âşıklar, aşkın menden aldı tâ ezel
Bâd-ı aşk menden eser, men aşka hemrâh olmuşem
Âlem-i devran içinde kendimi kıldım nihân
Terk-i tecridin muhakkak fahr-i fillâh olmuşem
Hep menim hükmümdedir (Gencî) bu dilde ne ki var
Ol sebepten bu vücûdum milkine Şah olmuşem.

“Harâbî” de şöyle diyor:

Hakk kendini halka bildirmek için
İnsânı kendine timsâl eyledi
Kur’ân-ı nâtıkın tefsiri için  
Kur’ân-ı sâmiti irsal eyledi.

(Senürîhim âyâtinâ fil afâk)          
Kur’ânda buyurmuş ol Rabb’ul-Felak          
Aç gözünü kendi özüne bir bak           
Hakk sıfatı sende ikmâl eyledi.

İnsân kâinatta olmuş bî-bedel  
“Vettîn” sûresi şerh etmiş güzel
Halkı ikaz için Hallâk-ı ezel  
Bunca Peygamberler irsal eyledi.

Vaiz bu esrara değildir agâh
“Leyle-i Mi’râc”ta Hazret-i Allah
Bir sûret-i “Şâb-ı emred”te nâgâh
Peygambere arz-ı cemâl eyledi.   
____________

Ve yine şöyle de demişlerdir:

Bilmez niçin müraî, etmez sücûd-i Âdem       
Terketti emr-i Hakkı, Şeytâna uydu her dem Â
dem’dedir keramet, Âdem’den iste Hakkı           
Ben Âdem’i yarattım dedi Hüdâ mükerrem
Esmâsını fil-cümle insâna ta’lîm etti              
İnsân imiş mukarrer ben bildim ism-i a’zam. 
_____________

Ey bu cümle kâinatın aslını bir can eden          
Âdem’i kudretle ol cana sevip canan eden
Allemel-esmâ ile hem tâc-ı kerremnâ ile            
Arşı-ı a’lâda melekler cem’ine Sultan eden.
_________________

“Mir’âtî”nin şu beyti de bu örneklerin en güzellerindendir:

Secde eyle Âdem’e İblis gibi âr eyleme
Emr-ü nehyin bil Hakk’ın, mekânın inkâr eyleme.

Çırağları uyandırma:

Önce çırağcı tarafından Dâr’a gelinip niyaz 15 edilir ve mürşidten bir delil alınarak ilk olarak “Horasan” postundaki Horasan Çırağı (Kanun Çırağı) uyandırılır ve uyandırılırken bu tercüman (dua) 16 okunur:

1-  “Kandil, nur-ı Muhammed Alî’dir ezelîden ezelî, Allahu nûrussemâvât mezâhirinde lem yezelî, Âyîn-i Cem’de görülür Hakk’ın kudret eli, kaide-i erkân Pîrim Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Levlâke sırrına mazhar envâr-ı tecellîyât müncelî ber kemâl-i Hamse-i Âl-i Abâ ve ber cemâl-i Muhammed Alî râ salâvât.”

Horasan Çırağındaki mumdan yakılırken (ışık alınırken) şu tercüman okunur:

2-  “Çırâğ-ı Muhammed Alî’den doğmuştur Şems ile Mâh, fakir de bir zerre alayım, destur Allah eyvallah.”

Bundan sonra geri üç adımla “Dâr”a gelinir ve Dâr’dan yine üç adım yürüyerek çırağların yanına gidilir ve giderken bu tercüman okunur:

3-  “Hakk dost, âşıklar, sâdıklar, yanıklar, uyanıklar ve sâkinân-ı Âyîn-i Cem’ erenlerine Huuu dost!”.

Çırağların önüne varıldığında da şu tercüman okunur:

4-  “Bu menzil ki çırâğ-ı nûr-ı semâvât
Kaçan kim rûşen oldu Tûr-ı münâcât
Makam-ı esrardır ve hem hâcât
Ber kemâl-i Muhammed Alî râ salâvât)

denip Baba çırağı uyandırılır ve uyandırılırken de şu tercüman okunur:

5-  “Çırâğ-ı rûşen, fahr-ı dervişân, zuhur-ı îmâmân, huzûr-ı hâ­zırân, selâmet-i gâibân ber cemâl-i Muhammed Alî râ salâvât.”

Ondan sonra diğer mumlar uyandırılır ve uyandırılırken şu tercü­man okunur:

6-  “Seyyid’üs- Sâdât, muhibb’üs-Sâdât, hulâsa-ı mevcûdâd, alem’üs-sırr v’el- hafiyyât, şefi’-i ruz-i arasât ber cemâlü-i Muhammed
Alî râ salâvât.”

Uyandırma işi tamamlandıktan sonra çırağcı Muhammed Tah­tının sol tarafındaki makama (Peymençe) 17 geçerek şu tercümanı okur:

7-  “Çırâğ-ı evliya nur-i semâvât
Ki bu menzildir ol Tûr – i münâcât
Kaçan kim rûşen ola kıl niyazı
Muhammed Alî’ye candan salâvât.”

Çırağa sonra da Kur’ân’dan şu parçayı okur (bu bazı yerlerde Mürşid tarafından okunurdu):

8-  “Allahu nur’us- semâvâti vel ardi misle nurihi ke-mişkâtin fiha mısbâh’ul-mısbah fî zücâcetiniz-zücâceti keenneha kevkebün dürriyyün yûkadü min şecerettin mübareketin zeytunetin lâ Şarkiyyetin ve lâ Garbiyyetin yükâdü zeytuha yadiu ve lev lem temseshu nârun alâ nûri yehdallahu nurehu men yeşâu ve yadribullah’ul-emsâle linnâsi vallahu bikülli şey’in alîm.”

Bundan sonra çırağa üç defa tekbîr getirip Dâr’a gelir ve bunu okur:

9-  “Allah Allah çün çırâğ-ı fahr uyandırdık Hûda’nın aşkına
Şeyyid’ül-Kevneyn Muhammed Mustafa ‘nın aşkına
Sâkî-i kevser Aliyy’ül-Murtaza’nın aşkına
Hem Hadice, Fatıma Hayrünnisânın aşkına
Şah Hasan Hulki Riza hem Şah Hüseyn-i Kerbelâ
Ol İmam-ı Etkıyâ  Zeyn’el-Abâ’nın  aşkına
Hem Muhammed Baakır ol kim nesl-i pâk – i Murtaza
Câfer’üs-Sadık İmam-ı Rehnümanın aşkına
Muse-i Kâzım İmam-ı serfirâz-i ehl-i Hakk
Hem Alî Mûsa’r-Riza’yi Asfiyanın aşkına
Şah Takiy ve bâ Nakiy hem Hasan’ül-Askerî
Ol Muhammed Mehdî-i Sâhib-Liva’nın aşkına
Pîrimiz Hünkârımız Bektâş Velî’nin aşkına
Haşredek yanan yakîlan aşıkaanın aşkına

Ber-Cemâl-i Muhammed Alî, Kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ Râ Bülend Salâvat Allah, eyvallah Huu!.”

Bundan sonra çırağcı şöyle der:

10-  “Hizmetlerimizi kabul et ey Şah Bihakki Mustafa ve Âl-i Dergâh. Erenlerden haklı, hayırlı himmet… Şey’en lillâh, Allah eyval­lah”.

Bundan sonra da mürşid şu küçük “Gülbank”i 18  okur:

“Bismi Şâh ….

Allah Allah . .. vakıtlar hayr ola. Şerler def ola. Mü’minler bermürad ola. Münkirler mât, münafıklar berbâd ola. Demler dâim, cemiyyetler kaim ola. İbadetler sahih ve sâlim ola. Gönüller şen, mey­danlar âbâd ola. Dostlar mesrûr, düşmanlar makhûr ola. Sırlar mestûr, gönüller pün nur ola. Erkânlar, niyazlar kabul ola. Dem-i devran, hânedân-ı dervişân dâim ve bâkî ola. Düşmânân-ı Âl-i Abâ hakir ve fânî ola. Sine-i sâlikân mütesellî, dil-i dervişân mütecellî, bezm-i ârifan mütehallî ola. Hakk erenler nehc-i kavîm-i sırât-ı müstakimden ayırmaya. Kısmet ve fütuhat kerem ve inayet eyleye. Mazhar-ı envâr-ı tecellî ve mahrem-i esrâr-ı ezelî ez cümle uşşâk-ı lem yezelî eyleye. Nefeslerimizi keskin, tığlarımızı berrâ, dîdelerimizi binâ, kalblerimizi musaffa eyle­ye. Hânedân-ı fakr-ü fenâ’dan göçen dervişân, âşıkaan, sâdıkaan, muhibbânın ruh-ı revanları şâd-ü handân ola, Merdân-ı Bektaşî, Abdalan-ı Bektaşî, Kemerbestegân-ı 19 Bektaşî dâim ve bâkî ola.

Allah, ikrârlarımızı sâfî, îmânlarımızı hâlis, fahrimizi mübarek eyleye. Er Hakk Muhammed Alî gerçekler deminden, on iki imam, on dört ma’sum-ı pâk efendilerimizin katarından, dîdârından ayırmaya. Namazlarımız, niyazlarımız, erkânlarımız, hizmetlerimiz, dergâh-ı izzetinede kabul ola, Seyyid-i kâinat sırr-ı Murtaza Alî, dem-i Hazret-i Pîr-i destgîr Hünkâr Hacı Bektâş Velî ve Balım Sultan efendilerimizin dem ve keremlerine Huuu!… diyelim, Huuu!………. ).

Bundan sonra çırağcı “Dâr”a ve Mürşide niyaz eder ve:

“Allah dost, hâzır ve gaib, zâhir ve bâtın Âyîn-i Cem’ erenlerinin gül cemâllerine aşk olsun, Allah, eyvallah Huuu.. dost!” meydan tercümanını okuyarak yerine oturur.

Sonra mürşid: “Destur Ya Evliyaların Hâtemi Kutb’ül-Evliya Hünkâr Hacı Bektaş Velî!” diyerek:

“Ya Muhammed! Müşkil ve sıkıntılı anlarında yardımına Alî’yi çağır ki o muzhir ve mazhar-ı acaib ve garaibtir ve Hakk’ın kudret eserleridir.

Kederlerden, musibetlerden kurtulup felaha ulaşmak için Pençe-i Âl-i Abâ ve Evlâd-ı Hüseyn aşkına ona sığınmalıdır.

O Nebîliğin nuru, Velîliğin sırrı, Cemâl ve Kemâlin mâliki, Ulûhiyyet ve Azametin sahibidir. Onun için ulu Allah adına ona nida et!

Rahmet edicilerin en rahmet edicisi, yardım edicilerin en yar­dım edicisi olan ve kalpleri ve düşünceleri bir anda alt üst edip zulmet­leri nura, şerleri hayra, kederleri sürûra tebdil ve gark eden odur.

Hiç bir kimse Alî, hiç bir kılınç Zülfikar olamaz. Allah’ımızın biri­cik dostu Alî’dir. Ey Alî bizim de kalplerimizi ye düşüncelerimizi nurlandırıp aydınlatarak bizi de Allah’a ulaştır ve kavuştur!.

Ey ulu Tanrı! Vâcib’üt-Ta’zîm ve’t-Tekrîm olan Muhammed ve Alî hürmetine bize imdâd eyle!” mealindeki “Nâd-ı Alî”yi 20 okur.

Bunun üzerine bütün hâzır olanlar hep birden niyaz edip hep bir­den “Gerçeğe Huuu!” derler.

Çırağları uyandırma bir usûle göre yapıldığı gibi Âyîn odasına girme yani  Âyîn-i Cem’e girme de bir usûl dairesindedir, şöyle ki:

Âyîn odasına ilk Baba girer ve Postuna oturmadan kendi postuna niyaz eder. Bu niyaz da şöyledir: Zemine diz çökülür ve iki el, biri diğerinin önünde olmak üzere, zemin üzerine konur ve zemin öpülür. Baba’dan sonra da diğer a’zalar merâtib sırasıyla odaya girerler. Bunla­rın odaya girişlerinde de usûl şudur:

1-  Kapıdan girerken önce “Eşik”e niyaz edilir. Bu niyaz da şöyle yapılır: Önce sol diz üzerine diz çökülür ve iki el eşik üzerine konur ve her el bir defa öpülür. Ondan sonra şu eşik tercümanı okunur:

Eşik tercümanı şudur:

“Eşiğine koymuşum ben cân ile ser         
Hem eşiğinden benim hacetim budur  
Lutf edip ben fakire kılasın nazar      
Allah eyvallah Huu! Dost”.

2-  Bundan sonra “Eşik” geçilir ve “Horasan Postu”na yani “Hacı Bektaş postu”na niyaz edilir. Orada da şu tercüman okunur:

“Cemâlin sırrıdır hep
Âdem hutut-ı heft (yedi âyet hatları)
Mihrab-ı Bezm-i Elest
Çâr kûşe-i Post
Allah eyvallah Huu! Dost”.

3-  Sonra oradan “Dâr”a varılır, boyun bükülür ve oradan üç adımda “Mürşid Postu”na yani “Hz. Muhammed Postu”na gidilir ve son adımda:

“Ve lillâh’il-Maşrıki v’el-Mağribi fe-eynemâ tüvellû fe-semme vechullah”, tercümanı okunarak Babaya niyaz edilir. Bu niyazın usûlü de şudur: Önce Babanın sağ dizine, sonra sol dizine, sonra da göğsü­nün sağ alt tarafı öpülerek niyaz edilir. Sonra Babanın önüne secde edilir ve secdeden sonra geri geri üç adım atılarak yine “Dâr”a gelinir.

4-  Bundan sonra “Dâr”dan yine üç adım ilerleyerek “Çırağ”a, yani “Taht-ı Muhammed”e veya “Minber”e gelinir ve önünde niyaz edilir ve şu tercüman okunur:

“Çırağ-ı nur Muhammed Alî ber-Cemâl-i Muhammed Alî ve âlihim râ salâvât”.

5-  Sonra yine üç geri adım ile tekrar “Dâr”a gelinir ve oradan da yine üç ileri adım ile “Sultan Postu”na yani “Seyyid Alî Postuna” veya “Küre”ye “ki imam Hasan ve İmam Hüseyn’e ve Fatıma ocağına işarettir” niyaz edilir ve şu tercüman okunur:

“Zâhir bâtın erenlerine Huu! Dost.”

6-  Oradan, yine ayni minval üzere “Dâr”a gelinir ve oradan da “Rehber Postu”na yani “Hz. Alî Postu”na niyaz edilir ve şu tercüman okunur:

“Ve lillâh’il-Maşriku v’el-Mağribu fe-eynemâ tüvellû fe-semme vechullah”.

7-  Oradan da “Nakîb Poslu”na, yani “Kaygusuz Postu”na niyaz edilip meydana gelinir ve geri kalan diğer postlara doğru ilerlenerek o postların hepsine birden: “Cümleden cümleye” diyerek niyaz edilir ve şu meydan tercümanı okunur:

“Allah dost, hâzır gâib, bâtın zâhir, Âyîn-i Cem’ erenlerinin gül cemâllerine aşk olsun Allah eyvallah”.

Sonra “Dâr”a gelinip niyaz edilir ve kendi yerine oturulur.21            

Bu yedi niyaz merasimindeki şu özel noktalara işaret etmek fay­dalı olur:

Niyaz ederken, sağ ayak namazda olduğu gibi, kaldırılır ve böyle secde ve niyaz edilir.22 Ve her niyazda “Dâr”dan üçer adım giderken ayak parmaklarının uçları birleştirilir.

“Çırağ” veya “Tûr” veya “Taht-ı Muhammedî” yahut da Hz. Peygamberin hutbe okuduğu mahâlle işaretle “Minber” de denilen yerin üstünde de on iki mum yanar ki bu on iki mum da on iki imam’a işa­rettir.

Bu “Çırağ”ın zirvesi “Tûr” dağını temsil eder ki “Ulûhiyyet Makamı”dır. “Nurun Zuhur ve İhatası”na işarettir; kısaca “Len terânî Mûsâ!” hikâyesinin tecellî ettiği yerdir.

Tarikata girme usûlü:  

Evvelâ, usûlü vech ile Baba “Tâlib”in kurbanını kestirir.

Âyîn-i Cem’ yapılan yer – ki vahdet âlemidir- Hakk’ın tam zuhuru­nu ve zuhura sebep olan nurun inkişaf mahâllini yani “Küntü kenzen mahfiyyen”i temsil eden esrarını ve ezelî mukadderatın tafsilinin icmâlini, cem’ul-cem’i ve farkı, celâl ve cemâli ihata ettiği makamdır.

Bu makama girmeden önce ikrâr alacak tâlîbi “Rehber” gusl etti­rir. Guslden sonra baştan aşağı üç tas su dökülür ve su dökülürken de şu tercüman okunur:

“Bismillâhil aliyyül azîm hüver Rahmânirrahîm Neveytü en agtesele ân cemî-i sivallah ve zünubid dünya ve ma teşebbehe ân zâlike takarrüben ilâllahi taalâ ve tarîkil Enbiyâ vel Abdal ver Ebrar. Yâ Muhammed, ya Alî, lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ Zülfikar, ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i imam Hasan ve imam Hüseyn alâ râ bülend salâvât.”

Rubasını giyerken şu tercüman okunur:

(Ve izâ şi’nîâ beddelna emsâlehüm tebdîlâ, ber cemâl-i Muahmmed Alî, kemâl-i imam Hasan ve imam Hüseyn alâ râ salâvât).

Sonra tıraş olur ve başını ıslatırken şu tercüman okunur:

“Bismi Şâh23..Elhamdüllillâhî Allahümme salli alâ Muhammed-el-Musatafa ve alâ âlihî zû merretin festeva ve hüve bil ufkil a’lel-ervah.”

Baş yıkandıktan sonra da şu tercüman okunur:

“Bismi Şâh..Sübhâne zâlike vel melekût, Sübhânel arş vel azame vel heybe, vel kudre, vel hikme, vel cemâl, vel celâl, vel ceberût..”

Rehber, tâlîbin başına “Tığ”ı 24 korken şöyle hareket eder ve şu­nu okur:

Evvelâ Allahu Ekber deyip eliyle tâlîbin başının sağ tarafına bir hat çeker ve Rabb-ül-âhiri v’el-evveli deyip sol tarafına bir hat çe­ker. Sonra “Allahu ekber Allahu ekber lâ ilahe illâllahu vallahu ekber Allahu ekber ve lillâhil hamd, ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i Şah Hüseyn alâ bülend salâvât, Allah eyvallah” tekbîrini getirir ve bunu müteakip başın ortasına bir hat çeker ve şunu okur: “muhlikîne rüuseküm ve muksirîne lâ tahâfûne fe alime ma lem ta’lemû fe caale min dûni zâlike fethan karîbâ”

Tıraş için şu tercüman da okunur:

Tıraş olup bulduk safa                                 
Ehl-i Beyt-i Hanedan kıla vefa                                
Geldi Hakk’tan Âyet-i muhlıkîn                                    
Anın için tıraş oldu Muhammed Mustafa                        
Ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i imam Hüseyn ….

Bu iş bittikten sonra Rehber tâlîbe bir gusl abdesti daha aldırır. Bu abdestte evvelâ eller, üstünden aşağıya kadar hilâllenerek yıkanır; sonra sağ el ile yüz yıkanır; sonra sağ kol dirseğinden su döküp yukarı­dan aşağıya sığazlanır; sol kol dirseği de öyle yapılır ve sonra da baş mesh edilir. Bu işler tamamlandıktan sonra da Rehber tâlîbe şöyle der:

“Bu abdest, gusl mahâlleri vasıtasıyla edilen günahlardan, çirkâbtan ve isyandan temizlenmek demektir”

Bundan sonra Rehber tâlîbe şöyle bir abdest daha aldırır:

Evvelâ üç kere eller yıkanır, sağ el ile üç kere ağza su verilir, sonra üç kere burna su verilir, sonra üç kere yüz yıkanır. Sonra su sağ el ile dökülüp sol avuca bırakılır ve sol avuçtaki su da sağ kolun dirseğinden parmaklar ucuna kadar bırakılır, bu üç kere yapılır, son­ra sağ kol da sağ el vasıtasıyla ayni şekilde yıkanır. Sonra âdet üzere sağ el ile baş mesh edilir, sonra sağ el ile sağ ayağın üstü ve sol el ile de sol ayağın üstü parmakları arasına kadar sığanır.

Bu abdestten murad da bu organlar ile her hangi bir kusur ve isyan vâki olmuş ise o kusur ve isyanlardan temizlenmektir. Rehber, bu abdestin İmam Ca’fer aleyhisselâmın olduğunu tâlîbe ihtar ve tefhim ederek: “Cenâb-ı Hakk erenler abdestinde sabitkadem eylesin Huu!” diyerek bu abdest işini tamamlar. Bu müteehhil erkânıdır.

Yukarıda açıkladığımız abdest işlemi başlamadan ve sonra organ­lar yıkanırken sıra ile şu tercümanlar okunur:

Leğen ibrik tercümanı:

“Haydar’ın râhında tenim oldu pâk
Yüzüm sürüp Dergâhına eyledim hâk
Pîrimiz Üstadımız Selmân-ı Pâk
Ber cemâl-i Muhammed, kemâl-i Alî râ salâvât”

Abdeste niyet tercümanı:

“Bismi Şâh.. Neveytü en etevaddaa bi tahkîk al-vudû, vusûl ellezî fakrun min amelil kevneyni ve huruç min a’malid dünya takarruben minallahi taalâ; ve kalerkebû fîha bismillâhi mecrîha ve mersiha enne Rabbî legafûrun rahîm..”

Burada “ve kalerkebû.. ” âyetinin tefsirine kısaca dokunalım:

Nuh aleyhisselâm “Tufan”da kavmini kurtarmak için yaptığı ge­miye girerlerken onlara şöyle demişti: “Bu gemiye Allahu Taalânın ismini anarak girin, çünkü bu onun iradesiyledir. Rabbim taalâ mü’minlere mağfiret edicidir, merhamet edicidir, Tufandan kurtarıcıdır.”

Nuh aleyhisselâm, gemiyi “Besmele” ile yürütür ve “Besmele” ile durdururdu.

Rehber tâlîbe abdest verirken bu âyeti okur:

“İnnema yürîdullahu liyezhebe ankümürricse Ehlül Beyti ve yutahhirüküm tathîrâ..”

Rehber, işte bu âyeti okuyarak tâlîbin ellerine su dökmeğe başlar ve Tâlib ellerini yıkarken de Rehber ona şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu güne kadar Allah’ın nehy ettiklerine el attın ise hepsinden sıyrılıp arınmak için ellerini yıkamak sünnet-i şeriftir”

Tâlib ağzına su verirken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu güne kadar ağzından kötü söz ve hata sâdır oldu ise onlardan ağzını temizleme sünnet-i şerif­tir”

Tâlib burnuna su verirken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu güne kadar Allah’ın nehy ettiği şeylerden her ne ki kokladın ise onlardan berî olmak için burnunu temizlemek sünnet-i şeriftir”.

Tâlib yüzünü yıkarken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu âna kadar hayâsızlık vâkî oldu ise hepsinden sıyrılmış olmak için yüzünü yıkamak farzdır.”

Tâlib kollarını yıkarken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu âna kadar nehy edilmiş olan eşyaya kol uzattı isen hepsinden temizlenmek için kollarını yı­kamak farzdır”

Tâlib başını sığazlarken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, baş, organların en büyüğüdür. Akıl, fikir, idrâk başta gerektir. Şimdiye kadar akl-i müstakîmin hilâfında harekette bulundun ise hepsinden sıyrılıp arınmak için başını sığazlamak farzdır”

Tâlib ayaklarını sığazlarken de Rehber şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu âna kadar Rahmânın rızasına aykırı olan ve hata ve isyana sebep olucu yerlere vardın ise hepsinden uzak olmak için ayaklarını sığazlamak farzdır”

Tâlib abdestini bitirdikten sonra Rehber silinmek için Tâlîbe bir havlu verir ve havluyu verirken de şunu telkin eder:

“Ey Allah’ın dîdârının tâlîbi, ezelden bu âna kadar işlemiş olduğu­nu mâsivâ çirkâblarından yüzünü sil!”

Bundan sonra Rehber tâlîbe şöyle söyler:

“Bu abdest mahâllerini yıkamaktan ve sığazlamaktan muksat bu organlarınla edilmiş kusur ve isyanlar varsa onlardan bu belli organ­ları temizleyip paklamaktır ve bu da hem sünnet hem de farzdır. Ve bu abdest Hz. Ca’fer Sâdık efendimizin mezhebidir. Cenâb-ı Hakk eren­ler abdestinde sabitkadem eylesin, Allah eyvallah”

Sonra Rehber tâlîbi alıp usûlü vechile “Habl-i Metîn” ile “Mürşid”e götürür.

Rehber tâlîbi Mürşid huzuruna götürürken önce “Küre”ye doğru gider ve küre önüne giderken: “Yâsîn vel Kur’ânil hakîm inneke leminel mürselîn alâ sıratın müstakîm” âyetlerini okur. Küre önünden Mürşid tarafına giderken de: “İnnallahe ve melâiketihi yusallûne alen Nebî yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyh ve selimû teslîmâ” der. Tâlîbi Mür­şide teslim edeceği vakit de: “Ve lillâhil Maşrıkı vel Mağribi feeynemâ tüvellû fesemme vechullah” der. Mürşid de mukabeleten: “Sîmâhum fî vücûhihim min eseris sücûd) der.

Rehber tâlîbi Mürşide teslim ettiği vakit Mürşid şu “Gülbank”i okur:

(Bismi Şâh.. Allah, erenler, on iki imam, on dört ma’sûm-ı pak, Pîrimiz Hünkârımız Hacı Bektaş Velî, Seyyid Alî Sultan, Abdal Mu­sa Sultan razı ola! Dil bizden nefes Hz. Balım Sultandan ola!”

İşte, merasimin bu noktasında çırağlar uyandırılır ki onun da usûlü şöyledir:

Evvelâ Çırağcı kalfa belini bağlar, yani tığ-ı bendini “Gayret Kuşağı” bağlayıp “Dâr”a gelir ve bu tercümanı okur:

“Bismillah, Rabbena zalemna enfüsena ve in lem tağfir lena ve terhamna lenekûnenne minel hâsirîn.”

“Allah Allah yüzüm yerde, özüm darda, Muhammed Alî yolunda, erenler meydanında, canım kurban, tenim tercüman, bu fakirden ağ­rınmış, incinmiş can kardaş varsa dile gelsin, bile gelsin, hakkı taleb eylesin, Allah eyvallah”

Bu sözler üzerine hâzır olanların hepsi razı olup “Huu!” derler. Sonra çırağa niyaz edip yürür ve elindeki delil (mum) ile Ocak Çıra­ğından yani Horasan Postundaki mumdan alır ve alırken 75. sayfada işaret ettiğimiz “2” sayılı tercümanı okur. Sonra da gelip Mürşid önünde durur ve bu tercümanı okur:

“Bismillah,

Şem’i tefvîk-i hidâyettir yüzün               
Sûret-i Hakk’tan işarettir yüzün             
Ehl-i tevhîde beşarettir yüzün          
Kıble-i erbâb-ı taattır yüzün            
Mağz-ı Kur’ândan ibarettir yüzün

…………………

“Ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât.”

Çırağcı bundan sonra 75.-76. sahifelerdeki “3-10” sayıları ara­sında açıkladığımız ayni işlemleri yapıp ayni tercümanları da okuduk­tan sonra Baba’ya, Rehbere ve lâyık olan mahâllere niyaz edip çekilir, eşiğe gelir ve orada da şu tercümanı okur: .

“Allah dost, hâzır, gâib, zâhir, bâtın, Âyîn-i Cem’ erenlerinin gül cemâllerine aşk olsun” Rehber bundan sonra da yerine oturur.

Rehberin bu hareketinden sonra Mürşid olan kişi Rehber olan kişiye hitaben:

-Kalk erenler “Tâlib”e rehberlik eyle der.

Rehber de eyvallah deyip kalkar, kapıya geçer ve şu “Dâr” tercümanını okur:

“Rabbena zalemna enfüsena ve in lem tağfir lena ve terhamna lenekûnenne minel hâsirîn).

Sonra Mürşid de şunu okur:

“Bismi Şâh,

Allah Allah özürler kabul ola, niyazlar makbûl ola, muradlar husûl bula, yüzünüz ak ola, meydanınız pâk ola, on iki imam on dört Mâ’sûm-ı Pâk Efendilerimizin katarından, dîdârından ayırmaya. Hüsn-ü himmetleri, kerem-i rûhaniyetleri hâzır ve nazır ola. Zâhir ve bâtın muinlerimiz ola. Allah erenler ikrârında sabitkadem eyleye, münafık şerrinden hıfz eyleye. Derviş-i derdimend eyleye. Er Hakk Muhammed Alî gerçekler deminden ayırmaya. Kerem-i Evliya, dem-i Hz. Pîr Balım Sultan gerçekler demine Huuu!”

Bunun üzerine bütün oradakiler “Huuu!” derler. Sonra Rehber erkân üzere niyaz eder ve tâlîbi elinden tutup dışarı çıkarır. Tığ-i Ben­di de alıp Mürşide teslim eder. Bundan sonra tâlîbin esvabını alıp ka­pıya geçer ve bu tercümanı okur:

“Bismillah ve iza şi’na beddelna emsalehum tebdîlâ, ber Cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i imam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ bülend salâvât”

Bundan sonra da Dâr’a ve Mürşide niyaz edip esvapları yanına bırakır. Mürşid de Tığ-ı Bend’i Rehbere teslim eder. Rehber de onu alıp dışarı çıkar ve tâlîbin boynuna takar ve takarken de şu tercümanı okur:

“Bismillah, bel Millete hanefiyyen ve men dahalehu kâne âmena.”

Sonra Rehber tâlîbi kapıya getirir ve şu tercümanı okur:

“Bismi Şâh..

Arsa-i Hakk’ta durup Dâr-ı iradette özüm     
Hâk-i Dergâh oluben secde-i vuslatta yüzüm               
Her ne ki ferman olur Şâhâ mürüvvette sözüm
Muntazır olup heman izn-ü icazette gözüm

Ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât”

Ondan sonra Rehber: “İnne evvele beytin vudia linnâs” âyetini okur ve sonra “Ya müfettih’ul-Ebvâb” diyerek kapıyı açıp Tâlible bir­likte kemâl-i edeple içeri girer ve Rehber tâlîbin boğazındaki Tığ-ı Bend’ten tutar ve onu kısa adımlarla yürütür ve dört kapıya selam verir. Dört kapıya şu vechile selâm verir:

Esselâmü aleyküm Şeriat Erleri, esselâmü aleyküm Tarikat Pîr­leri, esselâmü aleyküm Hakikat Şahları, esselâmü aleyküm Ma’rifet Kâmilleri.

Rehberin bu dört selâmına Mürşid ayrı ayrı mukabelede bulunur. Sonra Rehber:

Bismi Şâh…Allah Allah, eli erde, yüzü yerde, özü Dâr-ı Mansur’da, Hakk Muhammed Alî yolunda, erenler meydanında, pîr dîvanında, Mürşid huzurunda, canı kurban, teni tercüman, on iki İmam, on dört Ma’sum-ı Pâk efendilerimizin dostlarına dost, düşmanlarına düş­man olmak kavli ile ve Hakk erenlerin pend-ü nasihatini kabul edip muktezasıyla amel ve hareket etmek üzere, başı açık, yalın ayak, boy­nu bağlı, ciğeri dağlı yüzü üzere sürünerek gelmiş olan “fîlân oğlu filân” bu kere Âyîn-i Cem’ erenlerinin izn-ü icazeti ile Sahib-i Pîr-i Tarikat Seyyid Muhammed Hünkâr Hacı Bektaş Velî efendimizin Tarîk-i Nazeninine müteehhil kararı vermek talebinde bulunduğundan koç kuzu kurbanımız vardır. Emr-i Mürşidâneleri nedir, ne buyurur Şa­hım? Allah eyvallah” der.

Bunun üzerine Mürşid de şu tercümanı okur:

“Seyyid’üs-Sadât muhibb’üs-Sadât hulâsa-i mevcûdâd Muham­med Mustafa râ salâvât” ve sonra:

“Çün Pîrimiz Hz. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, muhibb-i Âl ve eshab-ı ehl-i Şeriat ve sahib-i Tarikat erenleri ve hakikat ihtiyarları ve mar’ifet kâmilleri bir mü’min âşık boynu bağlı, erenlere kabul ol­mak diler, işbu hususa re’y ve muvafakatinizi talep eder. Desturunuz var mıdır?” der. Bütün hâzır olanlar da: “Eyvallah” derler. Bunun üze­rine de Mürşid şunu okur:

“Allah Allah özrü kabul ola, muradı hâsıl ola, erenler razı, Hz. Balım Sultan efendimiz de razı ola. Gerçek erler demine Huuu!”. Hâ­zır olanlar da hep birden: “Huuuu!” derler.

Sonra Rehber, tâlîbi erkân üzere çekip Mürşide teslim eder ve tes­lim ederken de: “Ve lillâhi’il-Maşrıku v’el-Mağribu fe eynema tüvellû fe semme vechullah” der, Mürşid de: “Sîmâhum fî vücûhihim min ese­ri is-Sücûd” diyerek mukabele eder ve sonra da şunu okur: “Fermân-ı Celîl, kurbân-ı Halîl, delil-i Cebrail, tekbîr-i İsmail Allahu Ek­ber, Allahu Ekber lâ ilahe illâllahu vallahu Ekber Allahu Ekber ve lillâhil hamd.” Ve yine Mürşid şu Gülbank’ı okur:

“Bismi Şâh.. Allah, erenler, on iki imam, on dört Ma’sum-ı pâk, Pîrimiz Hünkârımız Hacı Bektaş Velî, Seyyid Alî Sultan, Abdal Musa Sultan razı ola. Dil bizden, nefes Hz. Balım Sultandan ola,”

Bundan sonra da Mürşid Tâlib ile birlikte şunu okur:

“Sübhânallahi velhamdüllillâhi velâ ilâhe illâllahu vallahu ekber ve lahavle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyül azîm, Estağfurullah, estağfurullah min külli zenbin amden ev hatâen ev sırren ev alâniyyeten ve etûbu ileyh minez zenbi ellezî a’lem ve ente allâmül guyûb, settârül uyûb, gaffârüz zünûb, tevvâbur rahmim. Elhamdülillâhi şâkiren lillâh.”

Bunu müteakip de Mürşid tâlîbe şöyle der:

“Ey Tâlib! Yalan söyleme. Gıybet etme. Şehvetperest olma. Kibir ve kin tutma. Buğz ve inat ve haset eyleme. Gördüğünü ört, görme­diğini söyleme. Elinle koymadığın şeye el sunma. Elinin ermediği ye­re el uzatma. Sözün geçemediği yerde söz söyleme. İbret ile bak, hilm ile söyle. Küçüğe izzet, büyüğe hizmet eyle. İkrarını saf kıl, Hakk’ı üzerinde mevcûd bil. Erenlerin her sırrına agâh ol. Nefsine ârif ol ki Hakk’ı bilesin. Özünü Tarikatta saf ve sabitkadem eyle. Hakikat ve ma’rifeti üzerinde toplayıp kâmil insân ol. Mürşidin Muhammed, Reh­berin Alî’dir. Kayt yoluyla mezhebin İmam Ca’fer ‘üs-Sâdık mezhebi­dir. Güruhun ‘Nâcî’,  Pîrin ‘Hünkâr Hacı Bektâş Velî’dir, Huu! Dost”

Bundan sonra Mürşid, tâlîbin altı tarafını tekbîrler ve tâlîbin sağ elini sağ eline 25 alıp Kur’ân’dan şu âyetleri okur:

“İnnellezîne yübâyiûneke innema yübâyinûnallahe yedullahi fevka eydîhim femen nekese fe innema yenküsü âlâ nefsihi ve men evfâ bima âhede aleyhullâhe feseye’tihi ecren azîmâ. Ya eyyühellezîne âmenû aleyküm enfüseküm… Vettekullahe innallahe habîrün bima ta’melun. Ya eyyühellezîne âmenû tûbû ilâllahi tevbeten nasûhen. Vallahi yuhibbut tevvâbîn ve yuhibbul mutatahharîn. Elhamdülillâhillezî lâ yebka illâ vechehu ve lâ yakum illâ zâtuhu, lehül mülk ve lehül hükm ve ileyhi türceûn.”

Mürşid bu âyetlerden sonra şöyle bir sâlâvat-ı şerife de okur:

(Allahümme salli alâ Seyyidina Muhammed ve Alî v’el-Hatice v’el-Fâtıma v’el-Hasan ‘vel-Hüseyn hüma nesl-i zekiyyen ve Zeynelâbidîn v’el-Baakır v’el-Ca’fer’üs-Sâdık ve Musa’l-Kazım ve Aliyy’ür-Riza v’et-Takiyy’ v’en-Nakiy ve Hasan’ül-Askerî v’el-Mehdî ellezî huccet’ül-Kâim yadrıbu bisseyfi bihükmi ezeliyyen ebediyyen salavâtullah ve selâmulah ve ridvânullah taalâ aleyhim ecmaîn ve sal-lâllahu alâ Seyyidina Muhammed ve alâ âlihi ve hayril ashabihi ecmaîn birahmetike yâ erhamer râhimîn!).

Mürşid bundan sonra da tâlîbe şöyle bir telkinde bulunur:

“Estağfurullah… estağfurullah… el azîmel kerîmellezî lâ ilahe illâ huu! ….. (Allah, Muhammed, Alî), on iki İmam, hânedân-ı ehl-i beyte îmân ve ikrâr ettin mi? Kazaya razı olup kadere bağlandın mı? Kaza ve kaderi bir bilip gece gündüz gönlünde Allah, Muhammed, Alî’yi mürşidin vasıtasıyla bir bildin mi? Hakk dediğimizi hakk bilip, bâtıl, dediğimizi bâtıl bildin mi? Sûret-i hakktan görünen münafıkların sözü­ne aldanıp erenler yolundan uzaklaşırsan “Mahşer” gününde yüzün kara olsun mu?

Nâcîlerin pîşüvası olan İmam Ca’fer Sâdık’ın içtihadı üzere hakk dediğimizi hakk bilip, bâtıl dediğimizi bâtıl bildin mi? Muhammed’i Mürşid, Alî’yi Rehber tanıdın mı?

Hz. Peygamberin sevdiğini sevüp “Tevellâ” ve sevmediğini sevmeyip  “Teberrâ”   ettin mi ?

Gelme, gelme… dönme, dönme… gelenin başı, dönenin malı….

Allah, Muhammed Alî, Hünkâr Hacı Bektaş Velî ikrârında sabitkadem eyleye.

Şeriatta üstüvâr ol, Tarikatta haberdar ol, Hakikatte sabitkadem ol, Ma’rifette payidar ol. Gerçeğe, sırrı sır edenin demine Huu! Sırrı sır etmeyenin ervahına Yuuuf!”

Tâlib, yukarıdan beri, kendisine sıra ile söylenen bütün bu tel­kinleri “Allah eyvallah” diyerek kabul eder.

Bundan sonra Mürşid, tâlîbin boynundaki Tığ-ı Bend’i çıkarıp üç yerden düğümler ve düğümlerken de: “Yâ eyyühelllezîne âmensusbirû ve râbitû..” âyetini okuyarak tâlîbin beline bağlar ve tâlîbi Reh­bere teslim eder.

Rehber de tâlîbi alıp “Peymençe”ye geçer ve bu tercümanı okur:

“Bismi Şâh..

Hamdüllillâh vâsıl-ı Dîdâr-ı Hakk olduk bu gün  Küllü müşkil hâl olup esrâr-ı Hakk olduk bu gün Bâde-i aşk-ı ilâhî şükür nûş kıldık bu gün Mâsivâdan el çekip mest -i ebed olduk bu gün

Ber cemâl-i Muhammed Alî, Kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât.

Erenlerden haklı, hayırlı himmet, şey ‘en lillâh, Allah, eyvallah”

Sonra Mürşid dua eder ve şu salâvât-ı şerifeyi okur:

“Bismi Şâh…

Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel Enbiyâ Muhammed’ül-Mustafa, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidina ve Seyyidü’l-Evliya El-İmam bil- Hak Aliyy’ül-Murtaza, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidetüna ve Seyyidetün Nisa’ el Âlemin Fatımet’üz – Zehra ve alâ Ümmüha ve Umm’ül-Mü’minîn Haticet’ül-Kübra, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İmam Hasan’ül-Müctebâ, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İmam Hüseyn’ül-Mazlûm El-Şehîd El-Garib bi-ardi Kerbelâ, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İmam Alî Zeynelâbidîn, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidinel İmam Muhammed El- Baakır, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i seyyidin’el-İmam Ca’fer ‘üs-Sâdık, Allahümme sal­lî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin’el-İmam Aliyy’ür-Riza, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin’el-İmam Muhammed’üt-Takkiyy’ül-Cevâd, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin’el-İmam Aliyy’ün-Nakiyy’ül-Hadî, Alla­hümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr -i Seyyidin’el-İmam Hasan’ül-Askerî, Allahümme sallî ve sellim ve zid ve bârek alâ nûr-i Seyyidin-el-İmam-ı zamanüna Muhammed’ül-Mehdî salâvâtullahi ve selâmullahi ve ridvânullahi taalâ aleyhim ecmaîn, birahmetike yâ erhamerrâhîmîn.” Herkes  “Huuu!” der.

Sonra Rehber tâlîbi tekrar Mürşide götürür ve: “Ve lillâhil Maş­rıku vel Mağribu feeynemâ tüvellû fesemme vechullah, sîmâhüm fî vücuhihim min eseris sücûd” âyetini okuyup ikisi birden niyaz eder­ler. Bunu müteakiben de Âyîn-i Cem’ erenlerine ve lâyık olan mahâlle­re de niyazdan sonra Rehber tâlîbi eşiğe çekip şu tercümanı okur:

“Bismi Şâh..

Küşad etmiş kerem başta Şeh-i her dü serâ gördüm
Muhammed Mustafa’yı destigir-i her gedâ gördüm 
Gelip aynelyakîn Şâh-ı Velâyet pîşüva gördüm       
Özümü cümle yareniyle fî-taht’il-Liva gördüm.

Ber Cemâl-i Muhammed Alî, Kemâl’i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât.”

Yine Mürşid dua eder ve hâzır olanlar da “Huuu!” çekerler.

Sonra Rehber ile Tâlib yine mürşide ve sonra da “Çırağ”a niyaz ederler ve oradan tekrar geri “Dâr”a gelirler ve Rehber ikrâr tercüma­nını okur:

“Bismi Şâh..

Hamdüllillâh kim ben oldum bende-i hass-ı Hüdâ  
Cân-ü dilden aşk ile hem çâker -i Âl-i Abâ         
Râh-ı Zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem        
Hâb-ı gafletten uyandım can gözüm kıldım küşâ
Mezhebim hakk Ca’ferî’dir gayriye ben el yudum  
Yetmiş iki fırkadan oldum berî bî-riyâ                
On iki İmam bendesiyim gürûh-ı Nâcîyim           
Pîrim üstadım Hacı Bektâş Velî kutb-ı Evliya       
Hakk deyip bel bağladım ikrâr verip erenlere          
Mürşidim oldu Muhammed Rehberimdir Murtazâ

Ber cemâl-i Muhammed Alî, Kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât.”

Bundan sonra Rehber tâlîbi yerine oturtur ve tâlîbe niyaz eder ve ona şöyle söyler:

“Ey Tâlib! Allah, erenlerin avn ve inayetiyle ve Âyîn-i Cem’ kardeşlerinin izin ve icazetiyle doğru yolu görüp ikrârbend oldun. Allah, erenler ikrârında sabitkadem eyleye…

Bu oturan canlar hep senin ma’nevî kardeşlerindir. Biz seni sen­den alıp sana verdik; seni sana teslim ettik… Sen sana sahip ol!.”

Bu sözlerden sonra Rehber kapıya geçip bu tercümanı okur:

“Bismi Şah…

Hûda hakkın kabul et hizmetim ey Şâh
Bi-hakk-ı Murtaza ve Âl-i dergâh     
Hüseyn – i Kerbelâ nuru hakkı için            
Bu dergâhtan ayırma ey ganî Şâh

Ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i İmam Hasan ve İmam Hüseyn alâ râ salâvât.

Erenlerden haklı hayırlı himmet, şey’en ilillâh, Allah eyvallah.”

Sonra yine Mürşid dua eder ve hâzır olanlar da hep birden: “Huu!” çeker.

Daha sonra Rehber evvelâ Mürşide, sonra diğer lâyık olan mahâl­lere niyaz ederek meydana gelir ve şu tercümanı okur:

“Bismi Şâh..

Allah dost, hâzır, gâib, zâhir, bâtın, Âyîn-i Cem’ erenlerinin gül cemmâllerine aşk olsun, Allah, eyvallah Huu! Dost”

Bundan sonra da kendi Postuna varır ve niyaz edip oturur. Otu­rurken de şu tercümanı okur:

“Bismi Şâh..

Sırr-ı cemâl-i dost, bi-vech-i Âdem hutut-ı heft, mihrâb-ı Elest, cihar kûşe-i Post için Âyîn-i Cem’ erenlerine Huuu! dost.”

Bütün bu merasimin tamamlanmasından sonra da Mürşid ar­tık erkânın tekmiline dua eder ve aşağıdaki büyük “Gülbank”i okur. Gülbank okunurken âyînde olanların hepsi hep bir ağızdan mütemadiyen “Huuu!” çekerler.

“Bism-i Şah!

Elhamdüllillâhillezî nevvere kulûbel ârifine binuril irfâni vel ikan ve zeyyene sudures sâlikîne biziynetil ilmi vel hilmi vel ışki vel vicdân ve eddebehüm biâdâbi Resulullâhî ve erkânı Alî velîyyullah aleyhi salâvâtirrahmân. Allahümme sallî ve sellim alâ nuri Seyyidina Muhammed ve Alî vel Fatıma vel Hatice ve âlihim ecmaîn!.

Vakıtlar hayr ola!., Hayırlar feth ola! Şerler def ola!… Mü’minler bermurad ola!., Münkirler mât, münafıklar berbad ola!., Demler dâim, cemâl kaim, gönüller şâd, meydanlar âbad ola!., Dostlar mesrûr, sırlar mestûr, gönüller pür nur, hanedân-ı fukara ma’mur, muradlar mahsul ola!., erkânlar kubûl, niyazlar makbûl, sâlikler fuhûl ola!… Âşikanın matlubu hâsıl ola!… Dem-i devrân-ı hanedan dâim ve bâkî ola!… Düşmanlar makhûr, mü’minin-ü müminât mansur ola!., Düşmânân-ı âli abâ hakir ve fânî ola!… Dil-i sâdıkan mütecellî, bezm-i âşikan mütehallî ola!… Âl-i abâ emrine inkiyad eden ârifân, muhibbân, sâdıkan dünya ve ukba aziz ve memnun ola! cümle belâ ve kazadan masun ola!… Düşmanları hor ve hakir ve zebûn ola!… Er hakk Muham­med Alî cümlemize muîn ve zahîr ola!… Himmet-i aliyyeleri hâzır ve nazır ola!.. Îltifât-ı a’lâları ve ruhâniyet-i ul-yaları hemîşe yâr ve yaverimiz ola!., Hâlik-i yekta, ferd-i bîhemta, mûcid-i mevcûdâd, râzık-ı mahlûkât yani hazret-i perverdigâr celle ceâlehû ve amme nevâlehû nehc-i kavîm-i sırât-ı müstakimden ayırmaya, bol nasib ve kısmetler ve feth-i fütuhatlar kerem ve inayet eyleye!..

Nâmerdlere muh­taç eylemeye!.. Tevfik ve hidâyet ihsan eyleye!.. Mazhar-ı envâr-ı tecellî, mahrem-i esrâr-ı ezelî ez cümle uşşâk-ı lem yezelî eyleye!.. Nefesleri­mizi keskin, tığlarımızı berrâ, dîdelerimizi bînâ, kalblerimizi musaffa eyleye!.. Seyyid-i kâinat, mefhar-ı mevcûdâd, Sultan’ül-Enbiyâ-i vel Mürselîn, muktedâ-ül evliyâ-i vel müttakîn limahbubi Rabbülâlemîn, halîfetullâh alâ cemi’il mahlûkât-il evvelin vel âhirin yani hazret-i Ahmed Muhtar aleyh-i salâvâtillâh fî küll’il leyl ven nehâr; şâh-ı merdân, şîr-i Yezdan, mazhar-ı Rahmân, nâsır-ı ehl-i îmân, kaatıul küfr vet tuğyan, hâlîfetullah alel âlemîn, nefs-i pâk hayrül mürselîn, yani hazret-i Aliyyül Murtazâ sâlâvatullah mâ dâmet’ul arz ves semâ’; ve Seyyide-i ma’sûmei ulyâ hazret-i Fâtımat’uz-Zehra ve Haticet’ul-Kübrâ, nurdîde-i Peygamber şepîr-i şepper seyyidünel İmam Hasanü’l-Müctebâ vel Hüseyn’ül-Mazlûm-uş şehîd’ül-Kerbelâ, seyyidüs sâcidîn Alî Zeynel Âbidîn, hazret-i Baakır ve Ca’fer; mazhar-ı ehl-i din, seyyid’ülasfiya hazret-i Musa kâzım ve’r Riza; mazhar-ı envâr-ı ilâhî, ârifân-ı esrâr-ı nâmütenahî hazret-i Muhammed’üt Takiy ve Aliy’yün Nakiy ve Hasan’ül-Askerî; sahibüz zaman, kutb’ut-Devran, halîfet’ur-Rahmân, İmâm-ı zaman hazret-i Muhammed’ül-Mehdî aleyh-i ve aleyhim salâvât’ur-Rahmân ilâ âhir’uz-zaman efendilerimizin şefaatlarından mahrum eylemeye!. Himmet-i aliyyeleri nigehbânımız ola!.. İltifât-ı ulyaları üzerimize hâzır ve nazır ola!. Dünya ve âhirette muin­lerimiz ola!., Çağırdığımız anda feryadlarımız mesmû ola!. Muhabbet­leri dâim ve kaaim ola!.. Nazar-ı şerifleri zâhirlerimizi ma’mur ve bâtın­larımızı pür nur eyleye!.. Âdem Safiyyullah, Nuh Neciyyullah, İbrahim Halîllullah, Musa Kelîmullah, İsâ Mesîhiullah cümle Enbiyâ vel-Mürselîn efendilerimizin dem be dem iltifât-ı tayyibeleri ve ruhâniyet-i aliyyeleri müeyyid ve müzâhirimiz ola!.. Selmân-ı Fârisî, Ammâr b. Yâser, Ebu Zerr Gaffarî, Mıkdâd b. el-Esved, Zeyd Sûhânî, Mâlik Ej­der, cümle Kemerbestegân-ı Âl-i Abânın himmet ve inayetleri üzerimi­ze hâzır ve nazır ola!. Ruh-u revaları şâdu handan ola!.. Tâc’ül-Ârifîn, Kutb’ul Vâsilîn, Sultan-ul-Âşikîn Pîrimiz üstadımız ve melce-i melâzîmiz hazret-i Hünkâr El-Hac Seyyid Muhammed Bektaş-ı Velî kaddesallahu sırrehulâlî efendimizin ruhaniyet-i tayyibeleri canperverimiz ola!., Himmetleri muîn ve yaverimiz ola!. Sülûkunda sabitkadem eyleye!.. Şefaatından dur etmeye!. Zevk-u vicdân, ilm-ü irfân, hâl-ü kemâl-ü kerem ve inayet eyleye!.. Balım Sultan, Pîrân-ı Horasan ve bâhusus Seyyid Alî Sultan, Abdâlân-ı Rum, Kalenderân-ı Türkistan, Meşâyih-i Arabistan, Zümre-i ihtiyar, Taife-i Ebrâr, Sahibân-ı İkrar, Dervişân,   Âşıkaan,   Muhibbân,   Sâdıkaan,  .Mürşid-i  Kâmil  Hoca

Ahmed El-Yesevî, Şeyh Lokman Perrende, Hasan El-Basrî, Ma’ruf-u Kerhî, Şehy Seriyy El-Sakatî, Cüneyd-i Bağdadî, Bâyezîd-i Bistâmî, Şeyh Şibilî, Mansur-u Hallâcî, Sultan’ül Evliya Mürebbiy’ül-Ârifîn fahr’ül – Muhakkıkîn Hatm-i Velâyet-i Muhammediyye Muhyil- Millet-i Ved-Dîn Ebu Abdullah Muhammed b. Alî İbn El-Arabî El-Tâî El-Hâtemî El-Endulusî kuddise sırrah’ul-âlî, Evhadüddîn-i Irakî, Şehabuddîn-i Sühreverdî, Şemsüddîn-i Tebrîzî, Mevlâna Celâlüddîn-i Rûmî, Mahbub-u Kurret’ul-ayn ve sahib’-ül-Âlemeyn Seyyid Ahmed El-Rufâî ve Şeyh Demirtâşî El Halvetî, Abdulkadır El-Geylânî, Seyyid Ahmed El-Bedevi, Muhyil-Millet-i ved-Dîn Simavnavî Bedreddîn ve Pîr-i Nakşî Mehmed Bahaeddîn, Hacı Şa’bân-ı Velî, Şeyh Muhammed Nur El-Arabî, Rehber-i hakikat Şeyh İbn İsâ ve Nur el-Ahzar Abdüsselâm Esmer, Şah Ni’metullah Velî, Şah Fazlullah-ı Naîmî, Cemaleddin Sultan, Sarı İsmail Sultan, Hâcım Sultan, Baba Resul Sultan, Pîyrâb Sultan, Seyyid Receb Sultan, Sarı Kadı Sultan, Alî Baba Sultan, Bazak Baba Sultan, Bahaaeddin Baba Sultan, Yahya Sultan, Atlas Post Sultan, Dost Hûda Sultan, Haz­ret-i Sâmit Sultan, Haydar Baba Sultan, Abdal Musa Sultan, Kaygusuz Sultan, Seyyid Alî Sultan, Abdullah El-Mansûrî, Pîr postnişîni Türabı ve Dede Baba Muhammed Alî kaddesallahu esrarehumul maalî, himmetleri ve zâhir kerametleri ve bahir velâyetleri üzerimize hâzır ve nazır ola!. Mahrem-i esrar v’el-Ebsâr’dan ve allem’el-Esmâdan ve zümre-i ‘Velekad kerremna’dan ve ‘Men dahalehu kâne âmena’dan eyleye!…

Hânedân-ı fark-ü fenâ’dan göçen dervişân, âşıkaan, muhibbân, sâdıkaanın ruh-ı revanları şâd-ü hândan ola! Himmetleri hâzır ve nazır ola!.. Mürîdân, abdalaan, dûdemaan, dem-i devrân dâim ve kaaim ola!. Zâhirde hâkî, hakikatle bâkî eyleye!. Erkânlar tamam, meydanlar berkıyam, muhabbetler berdevam ola!. İkrarımız safî, îmânlarımız hâlis, akvâlimiz sâdık, ef’âlimiz sâlih ola! Allah er Hakk Muhammed Alî gerçekler deminden ayırmaya!. Namazlarımız, ni­yazlarımız, erkânlarımız, hizmetlerimiz makbûl ve bârigâh-ı Kibriyada kabul ola! Kerem-i Seyyid-i Kâinat, Sırr-ı Aliyy’ül-Murtaza, dem-i devrân-ı  Hazret-i Pîr-i   destgîr gerçekler keremi ile gerçekler demine “Huuu!”… diyelim Huuu!”……..     Yuuuf! ………..Yuuuuf! …………Münkire. Lâ’net Yezîd’e ve Yezîd’in eserine!….”

Yukarıda bütün tafsilâtıyla açıkladığımız erkânın tamamlanmasıyla âyînin birinci kısmı bitmiş olur. Bu arada küçük bir istirahat verilir. Ondan sonra da muhabbet faslı için “Muhabbet Dîvanı”na geçilir.

Muhabbet Dîvanı’na geçildiğinde, Mürşid genellikle şöyle bir nutuk okur:

“Bu bir mecmua-i ihvan         Hâzır bunda Şâh-ı Merdân
Âdâb ile gelen gelsin               Budur hem sofra-i irfân         
Var ise vuslata hayran            Okuruz aşk ile meydan
Olmuşuz ârif-i billâh               Okuruz böylece dîvan
Bu sırrı etmeyen pünhan        Lanet etsin ana Yezdan
Kulak tutun ey ârifler              Hatm oldu hem bizde Kur’ân”

Bu nutuktan sonra herkes niyaz eder.

Bundan sonra demlenmeğe başlanır ve “.. Sakâhum Rabbuhum şarâben tahûrâ” âyeti ile şu tercüman okunur:

“Allah, Allah, sır ola, nur ola içtiğiniz tahûr ola, Akyazılı Sultan gerçekler demine Huuu!.”

Demlenme genellikle canlara birbiri ardınca üç kadeh dem sunulmaktan ve bu arada zâkirlerin üç nefes ve bir de düvaz (imamlara ait medhiye) okumalarından ibarettir. Bazen de ufak bir dem sofrası kuru­lur ki buna “Muhabbet Sofrası” denir. Fakat asıl sofra âyînin sonunda kurulur.

Bu muhabbet dîvanında demlenme sırasında durumla ilgili ne­fesler okunur ve demlenme ve nefeslerin peşinden de “Semâ’a” kalkı­lır. İlk önce dört can kısa süren bir açılış semâ’ı yaparlar ki bunda Mürşid ile bütün canlar ayağa kalkarlar. Bu semâ’ bitince Mürşid yerine oturup bir gülbank okur.

Bu semâ’dan sonra genellikle “Turnalar”, “Dem Geldi” ve “Garipler” adı verilen çeşitli semâ’lar da yapılır. Bütün bu semâ’larda da, sazların eşliğinde, bu semâ’lara uygun aşka, muhabbete ve hakikate dair nefesler okunur.

Aslında “Tevhîd” nazariyesinin temsilinden ibaret olan bu semâ’ların sonunda da Baba bir gülbank okur ve herkes yere kapa­narak niyaz eder ve yerine oturur.

Gerek muhabbet dîvanında ve gerek semâ’lar esnasında, genel­likle, şu gibi nefesler okunur:

Huuu!

Gel ey sâkî-i vahdet sun piyale      
Sakaahüm Rabbuhum mâen tahûrâ

Hayat versin elinden ehl-i hâle  
Sakaahüm Rabbuhum mâen tahûrâ
Meyinden ehl-i diller mest-ü biyhûş  
Olup deryay-ı heft gibi ede cûş     
Ezelden eyledik ol badeyi nûş        
Sakaahüm Rabbuhum şaraben tahurâ
Dudağın şerbetinden kaane kaane
Yürekler tekrar aşk ile yâne              
Ko olsun ehl-i diller hep meyane
Sakaahüm Rabbuhum mâen tahûrâ   
İçenler bir kadeh câm-ı Alî’den            
Dem urdular heman Kaalû belî’den         
Bize erkân bu mey Hünkâr Velî’den
Sakaahüm Rabbuhum mâen tahûrâ.

Huuu!

Ol güzele âşıkım           
Aşkı ile yanıkım            
Ol Hacı Bektâş Velî      
Şimdi değil ezelî        
Cümle “Rûm”un erleri   
Candan olup kemterî     
Tahta kılıçtan eli           
Biz ana dedik belî         
Erleri Rûm İli’nin       
Neslidir ol Alî’nin    
Cümlesine Hakk derim   
Gayriyi ben neylerim

Çağırırım dost! dost!
Çağırırım dost! dost!
Aşkına oldum deli
Çağırırım dost! dost!
Velîdirler her biri
Çağırırım dost! dost!
Yürüttü Seyyid Alî
Çağırırım dost! dost!
Hacı Bektaş Velî’nin
Çağırırım dost! dost!
Himmetini isterim
Çağırırım dost! dost!

Huuu!

Şevk ile sâkî demine26
Sükker-i şerbet femine       
Mest-ü harâbız ezelî
Bezmimize her güzeli
Dediğimiz misl-i şebab30
İçtiğimiz sanma şarab      
Aşk ile pürfend olanın  
Merd-i hünermend olanın
En’amtü33 aleyhim ezelî
Beslemeye her güzeli    
Verdi bize Pîr-i mügân

Bade-i ahmer27 çekeriz  
Bûse-i enver çekeriz 28   
Dilde muhabbet sezeli 29
Kendi ister biz çekeriz     
Gözyaşımız sîne rebâb  
Cur’a-i Kevser31 çekeriz
Yûsuf-i mânend  olanın
Altına aşker 32 çekeriz   
Verdi Hûda lem yezelî   
Sofra-i Kanber34 çekeriz
Dest-i Elest bestemeyan35

Ânın için şimdi ayân       
Bir güzelin eline37 biz
Düşmanının cengine biz
Âşık-ı dildâdeleriz      
Nâci-i üftâdeleriz       
Hûbları râm etmek için   
Halka nizam vermek için
Bakma babam şol siteme   
Çâre nedir def-i gama

Sikke-i Hayder 36 çekeriz  
İmreniriz rengine 38 biz         
Tıg-ı mücevher 39 çekeriz      
Hâtır-ı nâşâdeleriz          
Haneye dilber çekeriz 40       
Dilde ârâm etmek için      
Virdimiz ezber çekeriz 41         
 
Sabr ede gör bu eleme 42     
Böylece sâgar çekeriz.       

Huuu!

Meşrebidir herkese yâran durur Bektaşîler           
Kimse bilmez sırların seyyan durur Bektaşîler     
Etmediler Hakk’tan özge kimseye hiç minneti          
Arz-ı hâcât eylemez Sultan durur Bektaşîler        
Âşinây-ı ledünnîdir zâhidâ sen kandesin            
Tâlîb-i Hakk derdine derman durur Bektaşîler        
Öldüler ölmezden evvel buldular âb-ı hayât           
Dehr içinde zümre-i irfân durur Bektaşîler             
Bir Mesîh Âdem’de anlar terk-i tecrîd ettiler         
Mürde dil ihya ederler cân durur Bektaşîler            
Hacı Bektâş-ı Velî’nin bende-i üfkendesi            
Tekke-i aşkta bu gün mihman durur Bektaşîler     
Münkirin inkârıdır kâfirin tuğyanı hem               
Şöyle bil ki mü’mine îmân durur Bektaşîler       
Herkese bildiği yerden verdiler ders daima             
Ol sebepten sâhib-i iz’ân durur Bektaşîler

Huuu!

Hakk yoluna doğru giden
Mürşidine bîat eden      
Teslim edenler serini      
Kim ki bilir Rehberini    
Durma bu gafletten uyan
Mürşid eteğini tutan     
Anlamadı bir nicesi         
Bir kişi Mi’râc gecesi      
Hakk diyerek bak özüne     
Sabit olanlar sözüne       
Âmir olup da eline       
Doğru olanlar beline
Yolca bir adam er ise
Kendisine Hakk der ise
Sözlerimi dinle biraz     
Zâhid eğer kılsa namaz   
Nutk-ı (Harâbî)ye inan   
Hakk’ı bilir ârif olan

Hazret-i Settârı bilir
Ahmed-i Muhtarı bilir   
Terk edebildi şerrini
Haydar-ı Kerrârrı bilir
Kıble-i dîdâra inan
Dâmen-i Hünkârı bilir  
Var bunun elbet hecesi
Gördüğü Dîdâr’ı bilir  
İbret ile bak yüzüne
Verdiği ikrârı bilir     
Hükm edebilse diline
Sardığı zünnârı bilir
Bende-i Peygamber ise        
Dar ile berdârı bilir           
Hakk’a gerek nâz-ü niyaz         
Kıble-i dîvân bilir            
Deme filân ibn filân              
İşte bu esrarı bilir.             

Huuu!

Erenlerden sır sorana     
Evvel kapı Şeriattır        
Âyet ile hadîs ile          
Andan öte içeriye       
Şeriattan Tarikattan         
Akıl ana ârif olmaz
Dördüncüsü Mutmainne     
Pîr yüzünden ulaşmağa
İhtiyarım elde değil    
Beşincisi Râdiye’dir         
Yol erinin tevhîdini     
Altıncısı Mardiye’dir   
Yedincisi Sâfiye’dir       
Andan öte ulaşmağa     
Sekizinci makam budur   
Gerçek âşık bu meydanda
Dokuz sıfattan içeri        
İnsân adın bunda koyub   
(Vehâb Ummî)nin tevhîdi   
Bu ma’nâyı fehm etmeğe

Dokuz türlü nişan gerek    
Güneş gibi ayân gerek    
Anlayana verdim cevap
Levvâmeye seyran gerek    
İçerisi sırr’ül-Yed’tir   
Mülhemeye vicdân gerek    
Mansur bilir bu menzili      
İkrar eden bir can gerek     
Lâzım geldi söylemesi      
Ayân değil nihân gerek        
Ârif gerek anlamağa         
Buna burhan Kur’ân gerek   
Halka ayân etmek olmaz     
Can hazrete kurban gerek
Aynelyakîn, Hakkelyakîn
Gayrullahtan üryan gerek     
Bir sır diyem anlar isen       
“Men aref”te pünhan gerek
Hatırlara güç gelmesin        
Safi nurdan insân gerek.

Huuu!

Merâtib seyrin istersen gel esmâdan haberdâr ol             
Ere gör kaabe Kavseyne Ev Ednâ’dan haberdâr ol           
Bu mir’ât-ı mücellâda ayân oldu Cemâlullah               
İçüb âb-ı zülâlinden müsemmâdan haberdâr ol           
Gider bu gafleti senden ayır bu canını tenden               
Sana yakındır senden bu vuslattan haberdâr ol         
Makam-ı zühd-ü takvadan haber sorma gel ey zâhid     
Tecellî âşıkın kârı tecellîden haberdâr ol!

Huuu!

Muhammed Alî’den kurulu yoldur
Evvel Rehberinden kaçana lâ’net
Evvel ikrâr verüb sonra dönene
Yapıştığı elden kaçana lâ’net     
Erenler bu yolda hâzır-ü nâzır
Müsahib döneni defterden kazır
Gerekse eylesin bin kere özür
Onlarla yeyüb içüb kaçana laâ’net     
Aklını beğenüb ikrârın koyup
Kalkub havalanub nefsine uyub
Teberrâ gömleğin tersine giyüb
Azrail yurduna göçene lâ’net  
İblis gibi eller aybına bakub
İmanın terk edüb dîninden çıkub       
Eliyle boynuna ilmiğin takub
Gıybet edüp sırrı açana lâ’net
Beğenmeyüb erenlerin sözünü
Benlik yurduna koymuş özünü     
Hakk kapıdan döndürmüştür yüzünü
Azrail donunu giyene lâ’net
Ârifler böyle dediler uluya
Azrail neylesün kalbi doluya
Teberrâ okundu yanlış bilgiye
Kendi bilişine gidene lâ’net
(Hataî) der bir velîyim yoluyla
Sultanın sohbeti her dem kuluyla
Gönülde kibr olup soğuk dil ile
Özün muhabbetten kesene lâ’net.  

Huuu!

Tâ kaalûbelâ’dan sevdik seviştik
Bizimle ezelden yârdır muhabbet 43       
Üstad nazarında ikrâr konuştuk
Mü’mine kadîm ikrârdır muhabbet 44
Muhabbettir Lâ ilahe illâllah
Muhabbettir Muhammed Resulûllah
Muhabbettir Alî Şah Velîyyullah
Üç isim ma’nâ’da birdir muhabbet 45       
Allah, Muhammed Alî ortasında
Bey tullah içinde Hakk haznesinde 46   
Kudret kandilinde 47 aşk sahrasında
Cibrîl’in gördüğü nurdur Muhabbet 48
Kudret kelâmını söyler Cebrail
Riza lokmasını sunar Mikâîl 49    
Canı cana ulaştırır Azrail 50
İsrafil 51 ağzında sûrdur muhabbet
Muhabbettir yerin göğün direği
Muhabbet edenin yanar çırağı 52         
Âşıka Beytullah ma’şûk durağı
Hakk nazar 53 ettiği yerdir muhabbet
Muhabbet kadîmdir insân içinde
Zira can severiz canlar içinde 54      
Kırklar meydanında 55 irfân içinde
Muhibbân cem’inde güldür muhabbet 56       
Cân câna 57 muhabbet etmek erkândır
Hûblar meclisine ermek îmândır      
Zira muhabbetin arzusu cândır
Ki riza yurdunda birdir muhabbet 58          
Gel berî gel berî îmân edersen
Gelme hakkın değil güman edersen       
Sırrın tercümandır 59 beyan edersen
Bu halkın içinde sırdır muhabbet        
Bu her dem bahardır bunda kış olmaz
Öter bülbülleri dilleri durmaz
Kokusu tükenmez hem rengi solmaz  60
Bir aceb gülzâr-i bağdır muhabbet
Muhabbet edenler nasîbin alır
Muhabbet ederse dert ehlin bulur
Serçeşme 61 Muhammed Alî’den gelir
Dalgası tükenmez göldür muhabbet
Âşık gülşende Şırîn-ü Ferhâd 62
Leylâ’da Mecnun’a göründü Üstad 63
Muhammed Alî’den kuruldu bünyad
Tâ ezelden ezel vardır muhabbet 64               
(Kul Himmet) makamın özge makamdır 65
Muhabbet mührü on iki İmamdır.  
Şahımın dîdârı bunda tamamdır 66
Hakikat vâsıl-ı yârdır muhabbet.      

Huuu!

Muhabbet dîvanında ve semâ’lar esnasında yukarıya aldığımız bu çeşitten şiirler okunduktan, semâ’lar da bittikten sonra yine bir müddet istirahat edilir ve istirahattan sonra da genellikle “Cem’ Bir­leme” denen merasime geçilir. Bu merasim, Kerbelâ şehitleri için “Âyîn-i Cem”dekilere şerbet takdiminden ibarettir. Bu şerbet takdimi de şöyle yapılır:

Sâkî şerbet tasını eline alır ve ilk olarak Mürşide sunar. Mürşid sağ elinin serçe parmağını tasa daldırır ve bir dua okur ve sonra tas­tan bir yudum içer. Sonra sâkî “Sakaahüm Ya Hüseyn!” diye diye “Âyîn-i Cem”de bulunanların hepsine tası gezdirir ve herkes tas­tan birer yudum içer ve içerlerken de hep bir ağızdan: “Hüseyn’e rahmet… Yezîd’e lâ’net” okunur.

Bundan sonra sâkî “Dâr”a gelir ve: “Ve sakaahüm Rabbuhum şarâben tahûrâ…” âyetini tekrar eder. Bundan sonra daha bir takım dua­lar da yapar ve en sonunda da şöyle bir tercüman okur:

“Bismi Şâh… Allah..Allah…
Cân-ü baştan geçmişiz biz “Şâh Hüseyn” aşkına
Kerbelây-ı deşt-i gamda can verenler aşkına
Dembedem hem can gözüyle Hakk görenler aşkına
Ol Yezîdîler elinde “Teşne leb”ler aşkına
Kerbelâda “Suuu!.. Suuu!…” diye ser verenler aşkına
Gözüm yaşım sebîl ettim on iki imam aşkına!”               
_____________________

Veyahut ta şöyle bir tercüman okur:
“Allah, Allah aşk olsun içene      
Rahmet olsun göçene            
Hazret-i imam Hasan Alî’ye       
Hazret-i imam Hüseyn Velî’ye      
Gittiği yer gam görmeye          
Erenler kerem eyleye

Sakaahüm ya Hüseyn!… Ber cemâl-i Muhammed Alî, kemâl-i imam Hasan ve imam Hüseyn alâ râ salâvât……..

Hizmetlerimizi kabul et Şâh!… Bihakki Âl-i Abâ ve Âl-i dergâh…. Erenlerden haklı hayırlı himmet….. Şey’en lillâh…….   Allah eyvallah huuu.. Dost!.”

Bu işlemden sonra da asıl yemek sofrası kurulur ve âdâb ve kaidesine göre ve gerekli tercümanları da okunarak yemekler yenir. Yemeğin sonunda da Mürşid genellikle sayfa  “76-77”deki küçük “Gülbank”i okur ve bu gülbanktan sonra da:

“Oturan, duran, koğusuz, gıybetsiz evine varan, yastığına baş ko­yan ve niyaz eden canların Hakk Erenler muradını vere.. Gerçeğe Huuuuu!…. Allah, eyvallah!..”67 der ve böylece merasime nihayet verir.

Merasimin son bulması üzerine akşamdan beri tekke dışında gözcülük etmiş olan “Pervane”ler de içeri alınırlar. Mürşid bunlara da kendi eliyle üçer kadeh dem sunmak suretiyle nasiblerini verir ve yemeklerini yedikten sonra onları da evlerine gönderir.

Bu noktada, bu Âyîn’deki erkân hizmetlerini topluca belirten bir iki Nefes’e, işaret edelim:

Kurbanlar tığlanub Gülbank çekildi     
Gaflet uykusundan uyana geldim         
Dört kapu sancağı anda dikildi           
Üryan püryan olub meydana geldim.

Evvel eşiğine koydum başımı            
İçeri aldılar döktüm yaşımı            
Erenler yolunda gör savaşımı            
Cân-ü baş koyarak kurbana geldim

Ol demde uyandı bâtın çırağı              
Üç adım ileri attım ayağı             
Rehberim boynuma bend ettiğ bağı      
Koç kurban dediler îmâna geldim.

Dört kapu selâmın verüb aldılar          
Pîrin huzuruna çeküb geldiler                
El ele el Hakk’a olsun dediler            
Henüz ma’sum olub cihana geldim.

Pîrim kulağıma eyledi telkin              
Şâh-ı Velâyete olmuşuz yakîn         
Mezhebim Ca’fer’üs-Sâdık’ül-Metin       
Allah dost eyvallah peymana geldim.

Özüm dârda yüzüm yerde durmuşum
Muhammed Alî’ye ikrâr vermişim
(Sakaahüm) hamrını anda görmüşüm                
İçüb kana kana mestane geldim.

Yolumuz on iki imama çıkar               
Mürşidim Muhammed Ahmed-i Muhtar                             
Rehberim Alî’dir sahib Zülfikar                                  
Kulundur (Şâhîya) dîvana geldim.                                                                                                                                                                                  
 ____________________                               

Akşamlar oldu Gülbank çekildi                                 
Çırağlar uyandı niyaza geldim                             
Erenler erkânı meydan açıldı           
Ayn-i cem’ kuruldu ihsana geldim.

Hakikat abdestin birden aldılar     
Mürşidin emrine belî dediler            
Dâr-ı Mansur olub şunda durdular     
Tâlib-i Hakk olup meydana geldim.

Ol demde hâlinden sordular canın        
Var mıdır kusuru? dediler anın          
Ayni cem’ gösterdi yere nişanın         
Üryan püryan olub dîdâra geldim.

Sofralar kuruldu hizmet görüldü       
Hakikat nurundan cemâller güldü     
Mü’min olanlar ölmeden öldü         
Geçüb kîl-ü kaalden dîvana geldim.

Seyr edüb cümlede bu güzel hâli      
Şükür gördük anda nûr-ı cemâli        
Zâkirler okuyup bülbül misâli           
Terk edüp riyayı merdana geldim.

Koç kuzu 68 kurbanlar meydana geldi     
Nefesler, düzvazlar ayâna geldi          
Ağlarken bu çeşmim şâd olub güldü          
Can baş feda edüb seyrana geldim.

(Sakaahüm) şerbetin ezüb içtiler        
Mest olub cümlesi serden geçtiler       
(Şâh Hüseyn) deyüb hep ağlaştılar      
İçüp ol şerbeti mestâne geldim

Güruh güruh geldi anda bacılar            
Sâf sâf geldi durdu hacılar            
Allah Allah der de öter “Nâcî”ler   
Meydân-ı aşk içre irfâna geldim.

Tığlandı kurbanlar semâ’lar oldu     
Kalb nasibini bulanlar buldu         
Anda nasibini alanlar aldı          
İnanub sıdk ile îmâna geldim.

Edeb, erkân tamam oldu sürüldü
Pervaneler gelüb nasîb verildi       
Hatm oldu hizmetler destur verildi
(Şükrü) ya men de Sultana geldim.                                                                                                                                         
______________­­­­­­­­­­­­­­­                                                                                         

Bir güle ben bülbül oldum
Arayub cânânı buldum
Cümle varımdan feragat Emrine ettim itaat
Bir makam-ı âlîdir bu     Sıdk ile boynuma yâhu
Cânı cânâna verirler     Terk-i cân ettim erenler
Şerbetinden lâyezâlin Hamdülilâh Hakk cemâlin
Kalbimiz nûr ile doldu    Bîat etmek vâcib oldu
Mûcid-i râh-ı Şeriat   Rehber-i râh-ı Hakikat
Vâris-i sırr-ı Peygamber Pîrimiz Şâh erenler
Okudum her dört kitabı   Çok şükür şimdi (Harâbî)

Bulmağa gülzara geldim
Almağa bâzâra geldim.
Eyledim dil buldu râhat     El aman ikrâra geldim.
Dura geldim Hakk’a karşı Takmağa zünnara geldim.
Dost cemâlini görürler Mansur’um berdâra geldim.
Kandı dil buldu kemâlin Görmeğe dîdâra geldim.
Arayub cânânı buldu   Ahmed-i Muhtar’a geldim.
Mûcib-i sırr-ı Tarikat Haydar-ı Kerrar’a geldim.
Kâşif-i esrâr-ı Hayder   Hazret-i Hünkâra geldim.
Almadım hiç bir cevabı Vâkıf-ı esrara geldim.